‘Çok ağır bir yükün altına girdik’

DÜNKÜ yazıda, üç büyük partinin referandum sürecindeki dezavantajlarını yazmıştım.

Haberin Devamı

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile telefonda görüştük.

O da CHP’nin muhalefet alanında tek başına kaldığı tespitime katılıyordu. CHP olarak üstlendikleri rolü anlatırken, “Çok ağır bir yükün altına girdik. Her alanda ciddi sorunlar var. Hepsiyle tek tek uğraşıyoruz. Türkiye bu hale getirilmemeliydi” yorumunu yaptı.

Kılıçdaroğlu, iktidarın referandum kampanyasını AK Parti ile CHP arasındaki bir mesele gibi göstermeye çalıştığını düşünüyor. Bu yüzden kendi kampanyalarında özellikle meselenin AK Parti-CHP meselesi değil, Türkiye meselesi olduğunu vurguladıklarına dikkat çekti.

Ben partilerin dezavantajları yazmıştım. Kılıçdaroğlu, kendi avantajlarının daha fazla olduğunu söyledi. Neler olduğunu sordum. Şu yanıtı verdi:

“En büyük avantajımız, demokrasi ile halkımızın can ve mal güvenliğini savunmak. Yapılacak değişiklik ikisini de ortadan kaldırıyor. Biz de bütün detaylarıyla bunu dillendiriyoruz. Karşı taraf ise referandumu bir çekişme alanı haline getirmek istiyor. Savunabilecekleri argümanları yok. O yüzden CHP’yi ve hayır cephesini kötülüyorlar. Vatandaş, hepsinin farkında ve gün geçtikçe daha da ayırdına varıyor. Bu yöntem kesinlikle tutmaz.”

Haberin Devamı

Şu ana dek kampanyayı “Başkanlık-Parlamenter Sistem yarışı” zemininde tutmayı başaran Kılıçdaroğlu, 16 Nisan’a dek böyle devam etme ve zaferle çıkma konusunda da iddialı.

‘MUHBİR REKTÖRLERE PES YANİ’

Kılıçdaroğlu, konuşmamızdan bir gün önce ihraç edilen akademisyenlerle de görüşmüştü. Konuyla ilgili düşüncelerini de sordum. Önce, akademisyenlerin hangi gerekçe ile atıldığının anlaşılmadığına dikkat çekti. Ardından, “Kendilerine sordum, onlara da bir gerekçe sunulmamış, onlar da bilmiyor” dedi.

Kılıçdaroğlu, atılmaların özellikle Ankara Üniversitesi’nde Mülkiye ve Dil Tarih gibi köklü fakültelerde yoğunlaştığına işaret etti. AK Partililerin bile tepki gösterdiğini, işin yanlışlığı ortaya çıkınca YÖK ile rektörlerin topu birbirine attığını anımsattı ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“Eğer gerçekten rektörler bilim adamlığı konumundan muhbir konumuna geçmiş ve kendi arkadaşlarını ihbar etmişse bu tek kelimeyle ayıp. Hem de büyük ayıp. Akademisyen atmak bizim geçmişimizde darbelerle özdeşleşmiş bir durumdur. Yarın normale dönüldüğünde, arkadaşlarını ihbar edip attırdıklarını nasıl izah edecekler. Çocuklarının yüzüne nasıl bakacaklar. Bilim adamı muhbirlik yapar mı? Pes yani! Hükümet bunun hesabını verecek? Sözcü ‘Yanlışlık varsa düzeltilir’ diyor. Asıl yanlışlık bu açıklamanın kendisidir...”

Haberin Devamı

TERÖR SÖYLEMİ ÇELİŞKİLİ

BAŞBAKAN Binali Yıldırım, önceki gün Turizm Forumu’nda yaptığı konuşmada şu ifadeyi kullandı:

“Terörle korkutmak, terörün, teröristin işine yarar. ABD ne kadar güvenliyse Türkiye de o kadar güvenli. Terörü, turizmi baltalamak ya da turizme avantaj sağlamak için lütfen kullanmayalım...”

Son derece doğru tespitler. Terörün salmaya çalıştığı korkuya inat, hayatı olağan akışındaki gibi yaşamak terörizme vurulacak en büyük darbedir.

Ancak, gözden kaçırılan bir durum var. Referandum süreci başladığından beri, siyasetin -özellikle de iktidar kanadının- söylemi, güvenlik meselesinin Türkiye’de beka sorununa dönüştüğü yönünde. Yapılan bütün konuşmalarda, “terör” konusu hep ön planda. FETÖ, PKK, IŞİD,
DHKP-C gibi terör örgütlerinin isimleri, hatiplerin dilinden düşmüyor. Millet olarak, ‘Evet çıkarsa terör biter’, ‘Hayır çıkarsa iç savaş başlar’ gibi ürkütücü cümlelere maruz kalıp duruyoruz. Bu korku unsurlarıyla dolu konuşmalar, bırakın Türkiye’de tatil yapmayı planlayan yabancıları, bizleri bile olumsuz etkiliyor.

Haberin Devamı

Devletin güvenlik güçleri, görevlerini en iyi şekilde yapmaya gayret ediyor. Onlara güvenip, cesaretle gelecek güzel ve huzurlu günleri düşünmek, planlamak hepimizin hakkı. Siyasetçiler de korku dilini bırakıp umut dilini kullanırsa millete en büyük iyiliği yapmış olurlar!

Yazarın Tüm Yazıları