Paylaş
15 Temmuz gecesi bir hain grup; kendi insanına, kendi Meclis’ine silah çekecek kadar alçaldı.
Gözü dönmüş bu hainlerin yaptıklarını uzun zaman unutmamız mümkün değil.
Nitekim sanki dünmüş gibi o günü yaşıyoruz, etkisinden kurtulmaya çalışıyoruz.
Aslında krizleri yönetmeyi bilen, beceren bir ülkeyiz.
15 Temmuz’da verilen demokrasi sınavını da çok önemsiyorum.
Belki bugün farkında değiliz ama yaşananları tersine çevirebilecek, demokrasiyi güçlendirebilecek reflekslere sahip olduğumuzu bir kez daha göstermiş olduk.
Beni hayal kırıklığına uğratan tek şey bu kadar büyük badirelerden geçen siyaset kurumunun eski alışkanlıklarına devam etmesi...
Yani siyasetin üslubunun, tonunun değişmemesi...
Çok şey mi istiyoruz, bekliyoruz?
Seçimlerin, referandumların üstesinden gelen, sandıktan her zaman çözüm üreten bir ülkenin siyasetten de uzlaşma arıyor olması en büyük hakkıdır.
Ben iktidar veya muhalefet olarak değil; siyasetin tamamı için bunları söylüyorum.
Ve bekliyorum.
Daha fazla uzlaşma, daha fazla diyalog, daha fazla çözüm...
Siyasetin imkanlar sanatı olmasının altında da bu gerçekler yatıyor.
İki öneriyi de
konuşmaya
var mısınız?
Geçenlerde İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, Uzundere’deki Nasreddin Hoca heykelinin taşınması ya da yıkılması önerisinde bulunmuştu.
Demirtaş, bu sefer İzmir Kordon’daki viyadük ayaklarının kaldırılması, yıkılması gerektiğini söyledi.
Demirtaş; kentin önemli konularında fikir önderliği yapan bir kişidir.
Her iki konuda da yalnız olmadığını, birçok İzmirli’nin de benzer düşündüğünü biliyorum.
Her iki önerisi de dikkate almaya değer...
Var mısınız; bu meseleleri konuşmaya?
Sosyal platformlara bir önerim var
Şöyle bir yanlışa düşüyoruz.
Sosyal medya üzerinden yazışan, fikirlerini ortaya koyan bazı gruplar var.
Kendilerine “platform” diyorlar.
Karşı değilim; destekliyorum da, hatta onlara bir öneride de bulunuyorum.
Bir sivil toplum örgütüne dönüşmek için bu platformların büyük katkısı var.
Zemin hazırlıyorlar, insanları bir araya getiriyorlar.
Ama bunları bir adım öteye taşıyıp, bir tüzel kişiliğe dönüşmeleri gerekir.
Dernek mi olur, vakıf mı; artık ona üyeleri karar verecek.
Ancak o zaman bir eylem planını hayata geçirmek mümkün olabilir.
Öteki türlü bir yaptırımı yok, bir tüzel kişiliği herkes yazıyor da yazıyor.
Fikirlerin havada uçuşması iyi bir şeydir ama madem örgütlü bir toplumu destekliyoruz ve hayal ettiklerimiz olsun istiyoruz; o zaman bu adımlara ihtiyaç var gözüküyor.
Futbolcu olmak varmış
Geçen gün Alaçatı’da yemekte, yandaki masadaki gençlerin konuştuklarına biraz kulak kabarttım.
Daha doğrusu; masalar o kadar birbirine yakındı ki, biz onların, onlar bizlerin söylediklerini duyuyordu.
Hatta zaman zaman ortak konularda; “Öyle değil, böyle” bile denmeye başlandı.
Neyse...
İyi okullarda okumuş, birkaç yabancı dil bilen, iyi yerlerde staj yapmış, hatta yurt dışı deneyimi olan dört gençten bahsediyorum.
Aileleri yememiş, içmemişler çocuklarını kolejlere yollamışlar, özel eğitimlerden geçirmişler.
Ve okullarını bitirip ülkelerine dönmüşler.
İkisinin askerliği de bitmiş.
Yani önlerinde bir engel de kalmamış.
Tabii iş bulabilirlerse...
Birçok yere başvurmuşlar; anlayacağınız haber bekliyorlar.
Mutlaka dördü de işsiz kalmayacak.
Ama içlerinden biri dedi ki...
“Keşke futbolcu olsaydık...”
Neden böyle düşündüğünü sordum.
“Belki futbolcu olamazdım ama iyi bir voleybolcu olabilirdim. Ailem ne zaman istersen spor yapabilirsin, önce oku dediler, ben de onları dinledim. Çünkü Türkiye’de okuyarak spor yapmak öyle kolay değil. Futbol dünyasında dönen rakamlar hangi sektörde var ki” dedi.
Ben anne, babası gibi cevap verdim.
Eğitim daha önemli olduğunu söyledim, hatırlattım.
Ama içimden de; bu çocuklar da haklı, şu futbolda dönen paraların en azından bir kısmı bizim gönül verdiğimiz sektörlere gitse diye de düşünmedim değil.
Paylaş