Paylaş
Darbe girişiminin olduğu o gece; Meclis çalışmasaydı, siyasi irade olmasaydı, bütün zorluklara rağmen siyasetçiler topluma mesajlarını verememiş olsaydı, nelerin olacağını düşünemiyorum bile...
Geçen yıl 15 Temmuz gecesi benim içimi rahatlatan işte bu oldu.
Alaçatı’da bir arkadaşlarımızla sohbet ediyorduk.
Telefonlar önce yurt dışından geldi, ilginçtir Danimarka’da yaşayan bir arkadaşım aradı önce...
“Darbe söylentileri var” dedi.
İnanın ben dalga geçiyor zannettim.
Çünkü, Türkiye’de bir askeri darbe ihtimalinin olacağını düşünmüyordum.
Böyle bir kalkışmayı, darbeyi kimsenin göze alamayacağını da düşünüyordum.
Herkes gibi ben de yanılmışım.
Geçen bir yıl içinde çok konuda yanıldığımızı gördük.
Eğitim çalışmaları maskesiyle kendilerini saklayan bu örgütlenmenin, FETÖ terör örgütünün aslında devleti ele geçirmek için akla mantığa sığmayan işler yaptığını da iddianameleri okuyunca bir kez daha iyi anladık.
Akla mantığa sığmayan diyorum çünkü, binlerin, on binlerin beyinlerini kiraya verdiğini anladık.
Sorgulamadan, itiraz etmeden, ezbere yaşanmış bu hayatlar, Türkiye’nin bekaasını, geleceğini, hayallerini ipotek koymaya çalıştılar.
O yüzden 15 Temmuz, Türk demokrasisi için bir dönüm noktasıdır.
Yazılarımı takip edenler bilir.
Demokrasiyi önemsiyorum.
Başımıza ne geldiyse; güçlü, istikrarlı demokrasiye sahip olamadığımızdan kaynaklanıyor.
Çareyi, çözümü demokraside, demokrasi içinde kalarak bulmalıyız.
O yüzden o gece, Meclis’in çalışması, çalışıyor olması çok önemliydi.
Mücadele devam etmeli
BU geçen bir yılda, neler gördük neler...
FETÖ’nün belki de dünyanın en gizli, en sinsi, en tehlikeli örgütlenme olduğunu anladık.
Müthiş bir disiplinle, müthiş bir yapılanmayla...
Evlilik için bile katalog hazırlayan, kiminle evleneceğini bile belirleyen, neredeyse örgüte üye olan insanların 24 saatini bile planlayan bir yapı...
O yüzden diyorum ki, bu mücadele sonuna kadar devam etmeli.
Taviz vermeden, şifreleri çözerek ve böyle yapıların bir daha ayağa kalkmasına izin vermeyecek şekilde mücadele sürmeli.
Ama bunu yaparken de titiz olunmalı.
Geçen bu bir yılda yanlışlar da yapıldı.
Hiç alakası, ilgisi olmayan insanlar da zarar gördü.
Biliyorum, bu mücadeleyi yapmak kolay değil...
Ama devlet bu titizliğini göstermeli, bir kişinin bile hayatının olumsuz etkilenmesini engellemeli.
İş yine siyasete düşüyor.
Bazı şeyler değişmez
ÖYLE haberler verdik ki, bu bir yıl içinde...
Boşanamadığı için “Kocam FETÖ’cü” diyen mi çıkmadı.
İş yerinde rakip gördüğü biri için “FETÖ’cü...” diyen imzasız mektuplar mı?
Hoşlanmadığı komşusunu, akrabasını, arkadaşını, meslektaşını “FETÖ’cü bu...” diyenler mi?
Savcılıklarda binlerce buna benzer mektubun olduğunu biliyorum.
Medyada bile meslektaşlarını, yıllardır tanıdığı arkadaşlarını yazan, çizen, şikayet eden, mektuplar yazanlar oldu.
15 Temmuz, nasıl bir akıl tutulmasıysa, bunlar da akıl tutulması...
Çünkü, bazı suçlamalar bazı insanların üzerine yapışmaz.
Onların demokrasi sevdasını, Türkiye aşkını ve gelecek hayallerini kimse değiştiremez.
İstanbul’a benzememek
“İZMİR İstanbul gibi olmasın” diye yazınca, onlarca mesaj geldi.
Yorumların çoğunun İstanbul’dan geldiğini fark ettim.
Özetle diyorlar ki...
“Aman çok İzmir’i öne çıkarmayın. Çünkü, biz İzmir’in hayalini kuruyoruz...”
Bazıları tanıdık isimler, bazıları hiç tanımadığım okurlardan. Öyle önlaşılıyor ki, İzmir’e yerleşip ikinci hayatlarını kurmak isteyenler bu hayallerinin bozulmasını istemiyor.
Bir de geldiklerinde İzmir’i İzmir gibi bulmak istiyor.
Nispeten daha sakin, daha bakir, daha rahat...
Ben de diyorum ki, planlı bir kalkınma mümkün.
Örnek bir kent yaratmak mümkün.
Geçmişin yanlışlarını bugün düzeltmek mümkün.
Mimarisiyle, sosyal hayatıyla, kültürel etkinlikleriyle marka kent yaratmak mümkün.
Doğrusu Altınordu’nun yaptığı
GÖRDÜNÜZ mü Cengiz Ünder’i...
Altınordu’dan 600 bin euroya Başakşehir’e gitmişti, şimdi 13 milyon euroya Roma’ya gidiyor.
Daha 20 yaşında, spor hayatının başında...
Altınordu bu transferden bir pay alacak, Başakşehir de Roma’nın satması halinde transferden yüzde 30 alacak.
Demek ki neymiş?
Altınordu’nun yaptığı doğruymuş, gençleriyle, kendi yetiştirdiği çocuklarıyla mücadele etmesi en doğrusuymuş.
Altınordu Süper Lig’de olsaydı, maddi imkanları bugünkünden daha iyi olsaydı, Cengiz belki takımda kalır, belki de çok daha yükseğine bir Avrupa takımına giderdi.
O günler de gelecek...
Paylaş