Paylaş
Biniyorsun uçağa; 45 dakika sonra Selanik’tesin...
Selanik İzmir gibi bir kent; daha doğrusu Selanik İzmir’e çok benziyor.
İnsan kendini Yunanistan’da evindeymiş gibi hissediyor.
Yunanlılar hem Türklere çok benziyor hem de tarihsel birçok ortak yönümüz olduğu için kendini yabancı hissetmiyorsun.
Gide gele benim de epey dostum oldu oralarda; hele Atina’da...
Galiba sokak sokak bilir hale de gelmiş sayılabilirim.
Atina’ya hala direkt uçuşlar var.
Önce Sun Express uçtu, ardından Pegasus. Bir süre sonra ikisi de İzmir – Atina uçuşlarına son verdiler.
Şimdi Egean Air uçuyor ve bildiğim kadarıyla da bu destinasyondan epeyce mutlular...
Bence her iki havayolumuz da bu kararlarını gözden geçirmeliler.
Neden mi? Anlatayım...
Geçen yıl bir grup arkadaşımla Selanik’e gitmek istedik.
Onları daha önce Atina’ya da götürmüştüm.
Müthiş bir hafta sonu geçirince “Selanik’e de gidelim” dediler.
Tamam da; gitmek ne mümkün...
45 dakikalık bir yol için neredeyse bir tam gününüzü harcamak zorunda kalıyorsunuz.
Bir kere direkt sefer yok.
O yüzden ya İstanbul üzerinden ya da Atina’dan gitmeniz gerekir.
Veya İstanbul’a gidip karayoluyla Kavala ve Selanik yapmanız lazım.
Ama bütün alternatifler de kolay değil.
Çünkü uçak saatleri birbirine uymuyor.
Ya çok erken ya çok geç...
Erken gitseniz bu sefer aktarma için çok bekliyorsunuz; geç gitseniz sabaha karşı ya da gecenin bir vaktinde Selanik’e iniyorsunuz.
Her koşulda çok yoruluyorsunuz ve gün kaybına engel olamıyorsunuz.
Topu topu 45 dakikalık bir uçak yolculuğundan bahsediyoruz ama sonuçta gidemiyorsunuz.
Böyle olunca gitmekten vazgeçtik.
Biz nasıl vazgeçiyorsak; Selanikliler de İzmir’e gelmek istediklerinde vazgeçiyorlardır.
Oysa iki yakın ülke, iki yakın kültür, birbirine çok aşina insanlar gidemiyorlar, gelemiyorlar.
Dilerim Mart’ta başlayacak feribot seferleri bir çözüm olur.
Alsancak limanından bineceksiniz Selanik’te ineceksiniz.
Bu sefer arkadaşlarımı götüreceğim.
Sözüm söz...
Sosyal medyada adam asmaca
Geçen hafta yazarımız Ayçe Dikmen, Prof. Dr. Alpaslan Özerdem ile güzel bir söyleşi yaptı.
Özerdem kim?
Bir kere Egeli, Manisalı...
Ama 20 yıldır İngiltere’de yaşıyor.
Afganistan, Bosna-Hersek, El Salvador, Kosova, Lübnan, Liberya, Nijerya, Filipinler, Sierra Leone, Solomon Adaları, Sri Lanka gibi silahlı çatışmadan etkilenmiş ülkeler üzerinde çalışmış. İngiltere Coventry Üniversitesi Güven, Barış ve Sosyal İlişkiler Merkezinin Eş-Başkanı...
Dünyanın her yerinde araştırmalara katılıyor ve barış konferansları adı altında birçok önemli projeye imza atıyor.
Prof. Alpaslan Özerdem bakın neler demişti.
“Öncelikle sosyal medyayı sorumluluk içinde kullanmalıyız. Son 18 aydır yaşanan terör saldırılarından sonra Türkiye’deki bazı sosyal medya kullanıcıların paylaşımlarını büyük bir endişeyle izliyorum. Bu saldırılarda ölenlere ve onların yakınlarına çok büyük saygısızlıklar yapıldığını hepimiz büyük bir üzüntüyle izledik. En son yılbaşı gecesi İstanbul’da bir gece kulübünde yaşanan saldırı sonrası paylaşılan bazı sosyal medya mesajları bence o terörist saldırı kadar tehlikeliydi. Bu nedenle, bu tür paylaşımlarda bulunanların kanun önünde hesap vermesi gerektiğini düşünüyorum...”
Toplumsal barış için toplumsal bir anlayışa ihtiyacımız var.
Ne yazık ki; şunu gözlemliyorum.
Sosyal medyayı çok kötü kullanıyoruz.
Tanıdığım bazı insanlar var.
Mülayim, hoşgörülü, samimi, kibar...
Ama bilgisayarın önünde tam tersi...
Hoşgörünün h’si yok, kibarlığın k’sı yok...
Adam asmaca oynuyor, herkese ayar veriyor, hatta tehdit edip, hedef gösteriyor...
“Eleştiri hakkını kullanıyormuş...”
Herkes her şeyin farkında da; kendisi değil.
Bu arkadaşların sayısı çok.
Sosyal medya sorumsuz medya değildir arkadaşlar...
Prof. Özerdem’in dediği gibi sosyal medya aslında çok sorumluluk isteyen bir medyadır.
Yine çok siyaset konuşacağız
Bir buçuk yıl içinde üç seçim yaptıktan sonra ne demiştik.
“Dört yıl seçim yok...”
Rahatlamıştık.
Çünkü siyasetten başka konuşacağımız şeyler de vardı.
Örneğin ekonomi, örneğin bilim, örneğin demokrasi, örneğin çocuklarımız, gençlerimiz, geleceğimiz, ilişkilerimiz, sanatımız, sporumuz...
Ne bileyim hayallerimiz, tutkularımız, aşklarımız, romanlarımız, şiirlerimiz...
Biz konuşmasına konuşuyoruz da; Türkiye konuşuyor mu ya da yeterince konuşabiliyor mu?
Emin değilim.
Şimdi belli oldu ki; Nisan’da referandum var.
Ne deniyor.
“Eğer istenen sonuçlar olmazsa erken seçim de olabilir...”
Dört yıl seçim yok; denince sevinmiştik.
Öyle gözüküyor ki; yine daha çok siyaset konuşacağımız günlere giriyoruz.
Ocak’ın ikinci yarısında sanat, spor, edebiyat konuşmak fırsatınız var.
Sonra gündemimiz siyaset hatırlatayım istedim.
Paylaş