Paylaş
Birincisi büyük fotoğraf, yani çizilen vizyon, gelecek hayalleri, bir kenti değiştirecek projeler, ulaşım ve trafik konusunda öneriler gibi...
Ama bunu yaparken küçük fotoğrafı da unutmuyorum. Yani vatandaşın omzuna dokunan, minik rötuşlarla bile büyük kolaylıklar sağlayan, sürdürülebilir sosyal projeleri ve benzerlerini de ayrı bir yere koyuyorum.
Sadece büyük fotoğrafa bakarak bir yere varılmayacağını da çok iyi biliyorum.
Ancak büyük finansman gerektiren ve kentteki değişimi tetikleyen yatırımların da konuşulması, tartışılması gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü bu yatırımların fizibilitesinin yapılması gerekiyor, sonra teknik ve bürokratik çalışmaların tamamlanması isteniyor. Çevre faktörleri, ekonomik şartlar, kentin yeniden dizaynı gibi ayrıntılar da beraberinde geliyor.
O yüzden bugün tamam dediğimiz bir projenin hayata geçmesi için en az beş yıl gerekiyor.
Bu da bir belediye başkanının görevi kadar...
Genellikle de başkanlar görev yaptıkları dönemde o projeyi tamamlamak istiyor. Eğer süre uzuyor ve riskler artıyorsa; başkanlar da, bürokrasisi de konuya biraz mesafeli bakıyor.
Ben de diyorum ki...
Bakmasınlar...
Artık büyükşehirler gerçekten büyük... Dolayısıyla problemleri de büyük... Bunların çözümüne bazen yerel kaynaklar yetmiyor. Mutlaka devletin de katkı koyması ve desteklemesi gerekiyor.
İzmir’den bir örnek vereyim; Körfez Geçiş Projesi...
Bugün başlasanız 2023’te belki bitirirsiniz.
Daha bürokratik işlemleri devam ediyor, itirazları da bu sürece ekleyin, demek ki 2030’lara yakın bir tarihte körfezin altından geçebiliriz.
Belki “İzmir’in önceliği körfez geçiş değil” diye düşünebilirsiniz.
Evet; daha önce halledilmesi gereken problemleri var.
Ama 2030 da, çok uzak bir tarih değil.
Günler, aylar geçiyor ve bir bakıyorsunuz yıllar gitmiş.
En başa dönüyorum.
Küçük resme bakalım, günlük hayatımızı kolaylaştıracak önlemleri, fikirleri, önerileri bir yere yazalım.
Ama büyük fotoğrafı da unutmayalım.
Daha doğrusu ikisine de aynı anda bakalım.
Mart böyledir
NE demişler...
“Mart kapıdan baktırır kazma kürer yaktırır...”
Gerçekten öyle...
Ne güzel kazakları, montları atmıştık; daha keyfini çıkarmadan yeniden yağmurlu, soğuk hava geldi.
Yine de birkaç haftaya kadar o güneşin içimizi ısıtacağını bilmek iyi geliyor.
Son soğukların da tadını çıkarmayı unutmayın.
Alaçatı Ot Festivali
artık bir markadır
BİR şeyin marka haline geldiğini konuşmalardan, yazışmalardan anlıyorsunuz.
Sosyal medyaya bir göz atın, herkes Alaçatı Ot Festivali’ni konuşuyor.
Şubat’ın başından beri “Alaçatı’da buluşalım” hashtagler kullanılıyor.
Birkaç yıldır çok kalabalık olduğu için eleştiriliyor biliyorum.
Ama bu festivalin böyle bir etkisi de var.
Bazıları popüler olmasından şikayetçi, bu kadar ilgiden şikayetçi...
Belki haklılar...
Doğrusu bu süreçleri iyi yönetmek...
İçerikleri korumak, kaliteyi her yıl bir çıta yükseltmek, kentin siluetini bozmamak gerekiyor.
Olur mu? Olur...
Yapılır mı? Yapılır...
Örnekleri çok...
İtalya ve İspanya festivaller konusunda çok başarılı...
Her yıl milyarlarca euroluk turizm gelirini bu sayede kazanıyorlar.
Ve insanlar bir festivalin hemen ardından bir sonraki yılın rezervasyonlarını yatırıyor.
Bizim festivallerimiz henüz bu aşamada değil.
Ancak iyileri de var.
Alaçatı Ot Festivali kim ne derse desin; Türkiye için markadır ve korunmalıdır.
Son 15 gün önemli
SEÇİMLERDE son viraja giriyoruz.
Son 15 gün her zaman önemlidir.
Kararını vermiş olan seçmen için söylemiyorum ama hala kararsız olanlar varsa bu 15 gün değerlendirme, yeniden düşünme için değerlidir.
Evet; bizde yerel seçim de genel havasında oluyor.
Ama siz yine de adayların önerilerini, projelerini gözden geçirin.
31 Mart günü yaşadığımız kentlere belediye başkanı seçeceğimizi unutmayın.
Paylaş