Paylaş
Almanya’da federal seçimlerle birlikte Berlinlilerin şehirde gayrimenkul şirketleri tarafından yönetilen ve kiraya verilen yüz binlerce konutun kamulaştırılması için de bir referandum yapıldı.
Oy verenlerin yüzde 54.6’sı evet oyu kullandı.
Berlin sakinlerinin yüzde 80-85’i kirada oturuyormuş.
Almanya’da yaşayan dostlarımdan özellikle Berlin’de artan emlak fiyatlarından rahatsız olduklarını duyuyordum.
Her ne kadar fiyatlar Londra ya da Paris gibi diğer Avrupa başkentlerinden daha düşük olsa da 2009 ile 2019 yılları arasında fiyatların ikiye katlanması kentte tartışmalara neden oluyordu.
Şimdi referandum sonrası yeni kurulacak senatodan bir yasa hazırlanarak şehirde 3 binden fazla daireye sahip konut bloklarının kamulaştırması istenecek.
Hayata geçirilmesi halinde 240 binden fazla daire bir devlet kurumu tarafından yönetilecek. Bu adımla fahiş kira artışlarının önüne geçilmesi hedefleniyor.
Peki Berlin buraya nasıl geldi?
1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra kentte 200 binden fazla konut yatırım fonlarına ya da özel sermaye şirketlerine satıldı.
Almanya’nın dev emlak şirketi “Deutsche Wohnen” kentteki 110 binden fazla konutun sahibi durumunda.
Euronews’te okudum.
Referandum kampanyasında kamulaştırmayı savunanlar tek sorunun artan konut fiyatlarının düşük gelirlileri zorlaması olmadığına dikkat çekiyor. Kalle Kunkel Euronews’a konuşmuş.
Diyor ki;
“Bu durum şehrin sosyal dokusunu da tehdit ediyor. Berlin diğer kentlerden farklı olarak ekonomik olarak bölünmüş bir kent değil. Bu nedenle farklı sosyal kesimlerden insanlar bir arada kent kimliğinin bir parçası olarak yaşıyor ve kent bu nedenle çok özel. Yeni bina inşası kentin gelişim hızına yetişemiyor, bu konut sayısında sıkıntıya yol açıyor. Bu durum da ev sahiplerinin ya da emlak şirketlerinin elini güçlendiriyor.”
Neden bu konuyu yazdım.
Avrupa’da Berlin gibi kısa zamanda popüler ve çekim merkezi olan kentlerde benzer sorunlar yaşandı.
Örneğin Barselona’da da bu konular son yıllarda tartışılıyor.
Türkiye’de de İzmir ve Ege kıyıları pandeminin de etkisiyle cazip hale geldi.
O yüzden planlama ve kentsel dönüşümde hatalar yapmamak lazım.
Berlin, Barselona örneklerini unutmayalım.
Evlerini kiraya verip
kentten uzaklaştılar
BARSELONA’da da kent kimliği tartışmaları devam ediyor. Turizmde marka olan kent artık milyonlarca turisti ağırlıyor. Hangi dönem giderseniz gidin oteller dolu, hatta evler de artık bir otel gibi kullanılıyor. Evlerini kiraya veren Barselonalılar da başka şehirlerde, hatta başka ülkelerde yaşamaya başladılar.
Bundan birkaç yıl önce Barselona Belediye Başkanı ve Meclisi bu durumun kent kimliğini tehdit ettiğini açıkladı.
Kentten ayrılan, uzaklaşan Barselonalıları geri çağırdılar.
Bu örnekler hepimize ders olmalı.
Bir kenti var edenlerin insanlar olduğunu unutmayalım.
Elbette turizmi istiyoruz, gelişmesi için çaba göstermeliyiz. Ama bunu planlı bir şekilde yapmazsak kentsel dokuların da bozulduğunu göz ardı etmeyelim.
Yık yap yerine
kentleri
dönüştürelim
ŞİMDİ Berlin’de son 10 yılda yüzde 80’leri geçen kira artışlarını konuşuyoruz. Pandeminin, depremlerin etkisiyle büyükşehirlerde, özellikle de Ege kıyılarında kira artışları çok oldu. Almanya’daki gibi değil üstelik; bu artış bir kaç yılda oldu.
Kentlerimizde her yer bina gibi gözükse de sağlıklı, nitelikli yapılara henüz sahip değiliz.
Ne yazık ki kentsel dönüşümde hızlı davranamadık.
Son İzmir depreminde gördük.
Sadece Bayraklı ve Bornova mı etkilendi?
Hayır...
Bakın Karşıyaka sahilinde, evler tek tek yıkılıyor.
Arada İzmir sokaklarında dolaşıyorum. Pek çok bina dönüşüm bekliyor.
Bu arada yeni alanlara projeler yapmaya devam ediyoruz.
Büyük şehirlerin yüzde 50’sinden fazlasının gecekondu ve sağlıksız yapılar olduğunu düşündüğümüzde asıl konsantre olmamız gereken başka alanlar olduğunu biliyoruz.
Türkiye’nin geleceği için kentsel dönüşümü sağlıklı yapmalıyız.
Yık-yap yerine kentleri dönüştürmeliyiz.
Urla’ya metro
Sasalı’ya tramvay
ÇEŞME’ye giderken otobandaki trafik dikkatinizi çekiyordur. Özal bu otobanı yapmasaydı; şimdi Çeşme’ye kaç saatte giderdik acaba...
Düşünmek bile istemiyorum.
Çünkü bu otoyol kalabalıklaşan Güzelbahçe, Urla, Seferihisar, Karaburun; yani yarımadanın büyük yükünü alıyor.
O yüzden metroyu, tramvay hattını Urla’ya kadar getirmemiz gerekiyor.
Tıpkı Çiğli’ye uzanan tramvay gibi...
Bence Çiğli’den Sasalı’ya kadar da gitmesi lazım tramvayın...
Göreceksiniz; yakın bir gelecekte bu bölgede konut sayısı artacak ve yeni bir Çiğli, Karşıyaka kurulacak.
Daha çok konuşmamız
gereken konular
ÇOÇUKLUĞUMDA, gençliğimde eylülün ikinci yarısından sonra burnumuzu dışarı çıkaramazdık yağmurdan...
Ve günlerce, bir ay boyunca kesilmezdi.
Şimdi yağmurlar ekimde mi olur, kasımda mı, yoksa aralığa mı sarkar bilemiyoruz.
Dikkat ederseniz her ilkbahara doğru barajların doluluk oranını takip eder olduk.
O yüzden su, çevre, doğa gibi bugüne kadar ihmal ettiğimiz konuları daha çok konuşmanın zamanı geldi.
Paylaş