Paylaş
‘Olup biteni bir tek ben mi anlamıyorum acaba?’ diye kendinizi helak etmeyin. Sorun sizde değil, defolu bir ürünü Türkiye’ye pazarlamaya çalışan Amerika Birleşik Devletleri’nde.
Defolu ürün tabirini ABD’nin Suriye’de DEAŞ ile mücadele için sahaya sürdüğü YPG’lilerden IŞİD sonrası dönem için kurmaya başladığı yerel güvenlik gücü için kullanıyorum.
ABD’nin kendi payına bu üründe herhangi bir sorun görmediği aşikar. Trump’ın Suriye politikasını elinde tutan generaller için İran’ın Suriye Hizbullah’ının taşlarını döşediği bir ortamda binlerce Amerikan askerini sahaya indirmeden bu ülkede kalmasının garantisi olarak gördüğü YPG’lilerden şu anda vazgeçmek intihardan beter bir durum. Tam da bu yüzden Washington daha uzun bir süre kendi terör listesindeki PKK’yla olan ilişkisi tarif dahi istemeyen YPG konusundaki çelişkili pozisyonu koruyacak.
YPG’nin Kandil ve Abdullah Öcalan’a ideolojik bağlılığının ne boyutta olduğunu hatırlatmak için çok uzağa gitmeye gerek yok. YPG’nin kadın birimi YPJ’lilerin Rakka zaferini Öcalan’a ithaf ettikleri tarih takvimde sadece üç ay önceye denk geliyor; 19 Ekim 2017.
ABD Savunma Bakanlığı Pentagon o gün sahadaki ortaklarının Rakka’nın El Naim Meydanı’nda Öcalan posterleri açmış olmasını ancak üç günde kınayabilmişti. Rakka’dan gelen görüntüleri gösterdiğim ilk Pentagon yetkilisinin ‘Bizim bir bayrak veya poster bakanlığımız yok, sahadaki hangi grup ne posteri açıyor ne bileyim’ şeklindeki umursamazlığın ötesine geçen tepkisini unutmam mümkün değil.
Aynı poster meselesinin kınanmasında olduğu gibi, YPG’lilerin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) uzun vadeli bir güvenlik gücüne dönüştürülmekte olduğunu ilan eden açıklamayla ilgili düzeltme de Pentagon’dan ancak üç dört günde gelebildi. Pentagon koalisyon sözcüsünün bahsettiği şeyin bizim sandığımız bir ordu ya da geleneksek anlamda bir sınır muhafız gücü olmadığı savunuyordu.
Her şeyden önce bunun bir ‘sınır gücü’ olduğunu biz söylemedik. Türkiye’yi ayağa kaldıran açıklamanın altında imzası olan DEAŞ karşıtı koalisyonun Amerikalı Sözcüsü Albay Ryan Dillon ben dahil pek çok gazeteciye gönderdiği e-postada şu anda eğitimine devam ettikleri yeni güç için ‘Border Security Force’ yani ‘Sınır Güvenliği Gücü’ ifadesini kullanmıştı.
Dillon o açıklamasında 30 bin kişiden oluşacak olan bu gücün 15 bininin halihazırda SDG’den geleceğini açık açık söylemekle de yetinmemişti. Bu yeni kurulan güç içindeki Kürtlerin daha çok kuzeyde Türkiye sınırında, Arapların ise Fırat Nehri Vadisi civarında ve güneyde konuşlanacağını da paylaşmakta bir sorun görmemişti. Bu detayların hiçbiri sonrasında yapılan açıklamalarla geri alınmış, tadil edilmiş ya da yalanlamış değil.
Şimdi SDG’den devşirilecek yeni silahlı oluşuma harıl harıl yeni isim- sıfat- ambalaj aranıyor. YPG’nin kendi telkinleri sayesinde SDG ismini alma hikayesini sürece bizzat dahil olan ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas’tan geçen sene dinlemiştik. Belli ki bu sene de SDG yerine yeni bir isim bulacaklar.
Öte yandan 14 Ocak açıklamasının içeriği kadar zamanlaması da hatırlatılmayı hak ediyor. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan Afrin’e - hatta Afrin ve Menbiç’e - bir kara operasyonu hazırlığının sinyalini bu açıklamadan bir gün önce 13 Ocak’ta önce verdi. Erdoğan’ın bu uyarısından sadece saatler sonra ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM’un SDG’den sınır gücü kurduklarının açıklanmasına onay vermesi tesadüf olamaz.
CENTCOM’un bugüne kadar Türkiye ile ilgili krizlerde meydan okuma ya da provokasyon olarak algılanacak adımlardan kaçınmadığına çok şahit olduk. Burada mesele CENTCOM’un tanıdık tavrının devamından ziyade sınır gücü açıklamasını Beyaz Saray’daki Ulusal Güvenlik Konseyi’nden dahi özel bir onay almadan yapmaktan çekinmiyor oluşu. Başkan Trump geçen yaz Suriye ve Irak dosyalarında otoritesini neredeyse tamamen Pentagon’a ve generallere delege ettiğinden beri işler böyle yürüyor. Dolayısıyla
başta karar süreçlerinde sahanın dışında tutulan ABD Dışişleri krizleri toparlamak için ya da diplomatik makyaja ihtiyaç duyulduğuna apar topar ve çoğu kez dağınık bir biçimde orta sahaya sürülüyor.
Son krizde yine benzer şekilde devreye girmek durumunda kalan ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın izahatının havada kalmasının kökeninde ise başta anlattığım çelişki var. ABD Ankara’yı ‘PKK ile mücadelede yanınızdayız’ şeklindeki beylik sözlerle sakinleştirmeye çalışırken sahada PKK ideolojisiyle motive olan savaşçılarla uzun vadeli bir ilişkinin modalitesini çalışıyor.
Washington’da ABD Dışişleri de dahil çeşitli kurumlarda Öcalan ideolojisindeki Suriye Kürtleriyle ilişkinin sadece askeri boyutta kalmayacağını düşündürten zihin egzersizleri yapıldığını geçen hafta yazmıştım. Sınır gücü krizi şimdilik kontrol altına alınsa bile önümüzdeki günlerde ABD’nin Kürtlerin siyasi olarak Cenevre masasında temsilinde ısrarcı olması durumunda ilişkiler daha da derin bir çıkmazın içine girebilir.
ABD’nin kapalı toplantılarda kendi düşüncesine yakın ortaklarından destek aradığı ‘Kuzeydoğu Suriye siyasi geçiş sürecinde masada temsil edilmeli’ tezi neredeyse şifreli bir biçimde Tillerson’ın Çarşamba günkü Suriye konuşmasına yerleştirilmişti. Amerikalı diplomat ve askerlerin kendi aralarında kullandığı ve ‘Kuzey Irak’ı çağrıştıran ‘Kuzeydoğu Suriye’ ifadesi yerine ‘kuzey ve doğu Suriye’ ifadesi konularak dikkat dağıtılmaya çalışıldı. Sonraki cümle ise şuydu; ‘Bu bölgelerdeki Suriyelilerin sesi Suriye’nin geleceğine dair geniş bir tartışma çerçevesinde Cenevre’de duyulmalı.’ Başındaki ve sonundaki aksesuarlardan arındırdığınızda mesaj gayet açık.
Suriye’de ABD ile yaşadığı giderek derinleşen ihtilafın panzehirini Moskova’da arayan Ankara’nın işi hiç kolay değil. Nedenini ben değil Fırat Kalkanı Operasyonu ve Astana sürecinde Ankara ile yakın mesai yapan Özgür Suriye Ordusu sözcülerinden bu hafta Washington’da görüştüğüm Usame Ebu Zeyd söylesin:
‘Fırat’ın doğusunda SDG’yi Amerika destekliyor, Fırat’ın batısında ise Rusya. SDG’nin Pentagon’a ‘canınız cehenneme’ deyip sahada sırtını Rusya’ya dayadığı olaylara tanık olduk.’
Paylaş