Paylaş
Kendini doğaya, koşmaya ve bu ülkenin arılarını kurtarmaya adadı. Yonca, ‘Aktivist’ kelimesinin tam karşılığı, ‘arkadaş’ sözcüğünün de. Yarın Türkiye’nin en önemli ultra maratonlarından biri, Runfire Cappadocia başlıyor, Yonca da 140 km koşacak. Ve yaşadığı her heyecanı bize aktaracak...
Fotoğraflar: Uzunetap
Seni şimdiden tebrik ediyorum. Ve güç diliyorum. Yine Runfire Cappadocia’da, çöl sıcağında koşacaksın. Nasıl hissediyorsun kendini...
-Çok heyecanlıyım. Ölene kadar da bitmez bu heyecan! Her sene dört gözle bekliyorum Kapadokya’ya kavuşmayı. O güzelim Yörük çadırlarına, o enfes doğaya, bana ailem kadar yakın olan arkadaşlarıma...
Yarışta bir kaç farklı kategori var...
-Evet, ben 140 km’lik olanını yapıyorum. Her türlü malzemeyi 6 gün sırtında taşıyarak 250 km. yapanların yanında benimki nispeten kolay. Ben sadece sırtımda su ve zorunlu malzemeyle 140 kilometre koşacağım...
Öyle bir söylüyorsun ki, sanki 140 km. kolaymış gibi! Bizim için o da deli bir şey... İnsan neden böyle bir şeye kalkışır?
-Oooo say say bitmez! Kendi sınırlarını aşmak, eşsiz bir şey yaşamak, doğayla bütünleşmek, her şeyden kopmak, kendi içine dönmek ve yüklerinden kurtulmak için... Öyle anlamsız yükler edinmişiz ki, buna tişörtten çoraba kadar ekstra fazladan aldığımız her şey de, kendimize ait olmayan dış dünyanın tasaları da dahil. Oraya yanında sadece 4.5 kilo eşyayla gidiyorsun. O kadar hafifsin ki...
DÜŞSEM DE KALKARIM
Sen bu arada, bu ülkenin ultra maraton koşan tek köşe yazarısın...
-Ne mutlu bana ki öyleyim. Oradaki insanların yapmaya çalıştıklarını yaşayarak anlatmayı çok önemsiyorum. Hatta, hayat amacım gibi bir şey! Bu ülkenin en büyük tarihi, kültürel ve turistik zenginliği Kapadokya. Dünyada tek. Düşün ki orada, Tuz Gölü de dahil olmak üzere spor turizmi yapılıyor. Hem de layığıyla. Bunları yaşayarak yazma imkânım var. Kendimi çok şanslı hissediyorum.
Peki “Ya tamamlayamazsam” diye korkmuyor mu insan?
-İlk başta korku oluyordu. Ama sonra, doğa içinde uzun mesafe koşan insanları tanıdıkça kalmadı. Hayatı olduğu gibi kabullenmeyi öğrendim. Ne hayat ne de bu spor, kazan-kaybet ya da başarı-başarısızlık olayı değil. O kafayla gidersen, kaybetme şansın daha fazla. Hırs, tüketir insanı. Azim, strateji ve dayanıklılıksa uzun götürür. O atmosfer, orada olmak, katılmak ve alabildiğin her yol, büyük başarı. Ha işler ters gider bitiremezsen, yine de, o ana kadar hayatta başka yerde öğrenemediğin pek çok şeyi öğrenmiş ve bazen bırakmanın veya bitirememenin de bir kazanım olduğunu anlamış olarak mutlu mesut dönersin günlük hayatına. Yani endişem filan yok. Düşsem de kalkarım. Bitiremezsem de, başladığım için cesurum!
SORUN BEDENİN DEĞİL, ZİHNİN
İnsan bir maratonda, bedeniyle nasıl bir mücadele yaşıyor?
-Beden çok ilginç. Her akşam, bitti sanıyorsun, her sabah yeniden doğuyor. Kendi kendini yenileme, onarma becerisi çok hızlı. Evde oturunca öyle görünmüyor ama insan bedeni çok güçlü.
Peki zihin?
-Ha bak, zihin sıkıntılı bir şey. Zihin seni bırakır ama yürek devam ettirir. Gerçi ultra maraton’da zihnini de yönetmeyi de öğreniyorsun zamanla. Bu, hayatta da işine yarayan bir beceri. Ben koşarken öğrendim: Kendini yerden yere vurmaya başladığın veya sürekli kötü şeyler düşündüğün bir anda aslında sorun bedenin değil, zihnin. Zamanla farkındalığın artıyor. Sürekli bir satranç var o an kendi içinde, bedeninle, zihninle ve doğayla. Tek yapmaman gereken şey inatlaşmak...
Her gün 45 kilometre koşma fikri nasıl çıkmış ortaya? Çok fazla değil mi?
-Yok, daha uzunları da var. Bir çıkışta 33 saat altında 246 km koşan arkadaşımız var. Yani hep senden iyisi var. Sen de birilerine göre iyisin. Kimine 10 metre uzun, kimine 100 km az. Ultramaraton bu. Ne kadar uzun, o kadar iyi. Ama kimse bir gece yatıp, sabahına bu mesafeleri koşar hale gelmiyor. Zamanla eğer doğayı, kendini ve hayatın zorluklarını aşmayı seven bir insansan, çalışa çalışa her mesafeyi koşabiliyor oluyorsun. Herkes bunu yapabilir. Yeter ki istesin, sağlık kontrollerini de gözeterek doğru düzgün çalışsın, antrenman yapsın. Niyet önemli...
RUJUM VE SİMLERİM OLMADAN ASLA!
Kaç yıldır koşuyorsun?
-7.
Yaptığın en işi şeylerden biri mi hayatta...
-Kesinlikle evet! Hayatıma sağlık, azim, mutluluk, umut, dayanıklılık, cesaret ve özgürlük kattı.
Ekip nasıl bir ekip? Her sene aynı ekip mi?
-Offff ekip fantastik demek geldi içimden. Çok özlüyorum onları. Eğer ailemizi seçebilsek, direkt hepsini ailem olarak seçerdim. Katılan herkesin aynı şeyi söyleyeceğine eminim. Her sene aynı ekip. Her biri, araziyi, koşan insan ruhunu çok iyi tanıyan, işini değil, sevdiği şeyi yapan insanlar. Güvenilirler. Bu işte her şeyin başı güven.
Gönüllüler de dahil, herkese saygım, sevgim sonsuz. Nasıl bir arkadaşlık, kardeşlik yaşıyorsunuz orada?
-Hani dünya ahret dostum dersin ya, öyle.
Sen ailenden biriyle 7 gün arazinin ortasında hayli zor koşullarda bir çadır, bir hayat paylaştın mı?
Ben bir tek onlarla paylaştım. Ne cinsiyet, ne etiket, ne isim, ne sıfat var orada. İnsanız. O kadar...
Uğurun var mı? “Koşmaya başlamadan şunu yaparım, şu renk şort giyerim” filan...
-Kırmızı rujum ve simlerim. Onlar olmadan asla!
Gece koşmanın mantığı ne?
-Limitlerini aşmak. Korkunu yeniyorsun. Ay ışığında rota bulmak, o gece karanlığında, sessizlikte bir sen, bir adımların... Gölgenden ürkecekken, bütün dünya seninmişçesine koşuyorsun. Enfes bir duygu...
Bu röportajda okuyucuya verilmesi gereken en önemli mesaj sence ne?
-Hayatta yapamayacak olduğun hiçbir şey yok. Sana tek engel önyargıların!
TÜRKİYE’NİN EN ÇOK İHTİYACI OLAN ŞEY SPOR
Bu organizasyonlar dünyada başka nerelerde yapılıyor?
-Dünyada 7 kıtada, 7 çöl var. Her yerde yapılıyor. Bizim için önemli olan Türkiye’de de yapılıyor olması. İnsanın kendi ülkesinde kendi doğasında ultra maraton koşabilmesi büyük şans. Bana sorarsan, Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan şey spor. İlle de kalksın herkes maraton, ultra maraton koşsun demiyorum. Ama hareket etsin. Kendine hitap eden sporu bulsun ve onu yapsın. Ya da en kötü anında kalksın, dışarı çıksın, 15 dakika yürüsün, bak gör nasıl havası değişiyor. Bir Japon spor markası var mesela, İkinci Dünya savaşı sonrası gençlerin içlerindeki kini ve öfkeyi ancak sporla aşabileceklerini düşündüklerinden kurulmuş. Sağlam kafa, gerçekten sağlam vücutta bulunuyor! Oturarak hasta oluyoruz hepimiz. Sinir yönetimi, sağlıklı iletişim becerileri, adalet, dürüstlük gibi duygularımızı oturduğumuz yerde bunalarak kaybediyoruz. Spor yapan insandan asla zarar gelmez. Mutludur, umutludur. Kendiyle barışıktır. O yüzden spor çok önemli Türkiye için!
TOPRAĞINA KAFAMI KOYUP UYUYORUM
Kapadokya ne kadar büyüleyici bir coğrafya ve biz ona ne kadar sahip çıkabiliyoruz?-Sahip çıkmak için önce bir gitmek, görmek gerekiyor değil mi?
Benim gördüğüm bizim zenginliklerimizi bizden başka bütün dünya gezip görüp hayran kalıp korumak istiyor. Biz eğer gidersek sadece çöplemek için gidiyoruz! İşte bu yüzden de önemli bu yarışlar. Doğaya nasıl bakılır, nasıl kıyılmaz öğreniyorsun. Kapadokya, dünyada tek. Eşi benzeri yok. Tarihi, dokusu, hikâyesi eşsiz. Ben, gururla söylüyorum, Runfire sayesinde resmen oraları milim milim biliyorum. Toprağına kafamı koyup uyuyorum, tuzunda koşuyorum, insanıyla göz göze geliyorum...
RUNFIRE CAPPADOCIA NEFİS BİR MACERA
Nasıl bir rota izleniyor?
-Uçhisar’dan başlıyoruz; Güvercinlik Vadisi, Damsa Barajı, Yüksek Kilise, Güzelyurt, Ihlara Vadisi, Hasan Dağı ve Tuz Gölü üzerinden geçtikten sonra Çavuşin, Ürgüp ve Göreme vadilerinden geçip tekrar Uçhisar’da bitiriyoruz. Her akşam ertesi gün çıkacağımız yolu teknik toplantıda anlatıyorlar: Nelere dikkat etmeliyiz, hangi işareti takip etmeliyiz, kaç kilometre için ne kadar süremiz var, kontrol noktaları, su nerede gibi... GPS ile ilerliyoruz. Takip cihazlarımız var. Ekipler bizim bir noktada hareketsiz kaldığımızı görünce arıyorlar, “Her şey yolunda mı?” diye. Nefis bir macera aslında. Patikalara aşığım evet, ama Tuz Gölü’nde hem gündüz hem gece koşuyoruz, işte o var ya... Her faninin yaşamasını istediğim bir mucize!
Dünya çapındaki gururlarımız
Efsaneler var ultra maraton dünyasında. Bizde de var. Bakiye Duran, Mahmut Yavuz, Aykut Çelikbaş, Alper Dalkılıç... Dünya çapında gururlarımız...
Paylaş