Paylaş
Bu yürüyüşün amacı iddia edildiği gibi sadece Enis Berberoğlu’nun serbest kalması için mi?
- Enis Berberoğlu’nun pozisyonu, bardağı taşıran son damla oldu. Bakın, 15 Temmuz ertesinde güzel bir atmosfer oluşmuştu. Biz darbeye karşıyız, MHP karşı, HDP karşı, AKP karşı, diğer siyasal partiler karşı, sivil toplum örgütleri karşı, üniversiteler karşı. Demokrasi konusunda herkesin hemfikir olduğu bir ortam oluşmuştu. Biz ziyarete gittik, onlar bizim genel merkeze ziyarete geldiler. Üç lider bir araya geldik, oturduk, konuştuk. Bu güzellik sadece 5 gün sürebildi! 5’inci gün, 20 Temmuz’da OHAL kararnamesi geldi. Biz o kararnameye “Hayır!” dedik. “Madem hepimiz darbeye karşıyız, siz de öyle... Ve FETÖ’yle ilgili önlem almak istiyorsunuz, getirin Meclis’e, oybirliğiyle çıkaralım bunları! Darbe gecesi kurşunların, uçaklardan atılan bombaların altında görev yapan bir meclis, FETÖ terör örgütüyle mücadele konusunda da gece gündüz çalışır, her türlü kararı alır!” “Yok hayır, biz alacağız!” dediler. Biz bunu uygun görmedik. “Çok kısa bir süre uygulayacağız!” dediler. Ne kısası? OHAL, bizim normal yaşamımıza dönmeye başladı! Arkasından üniversite hocaları görevlerinden atıldı, gazeteciler hapse atıldı, milletvekilleri hapse atıldı, akademisyenler atıldı. 100 binin üstünde kamu görevlisinin işine son verildi. Bütün bunların hepsi adaletsizlik! Devlet kinle, öfkeyle hareket edemez. Eğer devlet kin ve öfkeyi esas alır ve bunun üzerine politika inşa ederse, o devlet demokratik devlet olmaktan çıkar, zulmeden devlet olur. Vatandaşa hizmet etmez. Ayrıca kimin suçlu olup olmadığına da siyasetçi karar veremez. Hâkim karar verir. Siyasetçi eleştirebilir ama o bir insana “Suçludur!” diyemez. Bir kişinin suçlu olup olmadığına yargı karar verir. Ama yargı bağımsızlığı da yargıdan alındı. Yargı şu anda siyasi otoritenin emrine verilmiş durumda. O nedenle, adalet bu ülkede şu anda yok! Zaten acı olan da şu: Kimse adaletin var olduğuna inanmıyor, AKP’liler bile...
İktidarın tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Valla, ben fena halde rahatsız olduklarını, hatta korktuklarını düşünüyorum. Farkındaysanız, “Efendim bizim ülkemizde adalet var, siz niye yürüyorsunuz?” diyen yok.
KUTLU YÜRÜYÜŞ
Siz, “Allah korusun, yolda ölürsem, kalırsam!” demediniz mi, çok sıcak çünkü...
- Yok hayır. Sıcağı, soğuğu, yağmuru, sisi, her şeyi gördük bu süre içinde. Ama kararlılıkla yolumuza devam ettik, ediyoruz. Ölmek hiç geçmedi aklımdan. Tek hedef var, İstanbul’a ulaşmak. Refakat eden arkadaşlarımızın büyük kısmı akşamları otellere ya da evlerine gidiyor. Ben bu karavanda kalıyorum. Bunu bu ülke için, çocuklarımız için, onların geleceği için yapıyorum. O yüzden bu yürüyüş aynı zamanda Kutlu Yürüyüş.
Sizin yüzünüzde böyle, tarif edemediğim bir ifade var. Gurur mu desem, vazifesini yapan insanların huzuru mu desem, bize ilham veren bir ifade mi desem...
- Gurur değil! Eğer vazifemi gerçekten yapabiliyorsam ne âlâ! Az önce de söyledim, siyaset halka adanmışlıktır. Kişisel hırslar, beklentiler için siyaset yapılmaz. Benim aslında kişisel olarak hiçbir sorunum yok. Çocuklarım üniversiteyi bitirdi. Eşimle de zaten mütevazı bir evde oturuyoruz. Paraya ihtiyacımız yok, öyle büyük hırslarımız da yok. Geçinip gidiyoruz ama benim bu ülkenin geleceğinden gerçekten ciddi endişelerim var. Bu ülkenin insanları geleceğe güvenle baksın diye siyaset yapıyorum.
Eşiniz demiyor mu, “Kemal, artık bu itiş kakıştan ben sıkıldım! Gidelim güneye, sakin bir hayat kuralım kendimize...”
- Yok hayır. Baştan siyasete girerken biraz mesafeliydi ama şimdi değil. Sonuçta bir görev üstlendiğimi ve bunu severek, çok inanarak yaptığımı biliyor.
40 MİLYON KİŞİLİK BİR MİTİNG YAPSAK BU KADAR ETKİLİ OLMAZDI
İlhamınız nereden? Gandi’den mi?
- Bakın, bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Geç bile kaldık. Ya “Adalet” yazılı pankartları alıp, bir yerde oturacaktım... Ben ise yürümeyi yeğledim. Yürümenin şöyle bir artısı da oldu, geçtiğimiz her yerde insanlarla ilişki kurabildik. Köylerden, ilçelerden, illerden geçiyorsunuz. Ve bu hareket inanılmaz bir şeye dönüştü. Biz, bir miting yapsaydık bu kadar etkili olmazdı. O mitinge 40 milyon insan da katılsaydı bu kadar etkili olmazdı!
YÜRÜYÜŞ ÖNCESİ ÇOK ELEŞTİRİLDİĞİMİ BİLİYORUM
Siz bir sürü insanın fikirlerini değiştirdiğinizi biliyor musunuz bu yürüyüşle?
- Yürüyüş öncesi çok eleştiri aldığımı biliyorum. “Neden sessiz kalıyorsunuz? Neden bir şeyler yapmıyorsunuz?” dediler. Ki haklılardı. Ama ben sabırlı bir insanım. Yapılan bir harekete hemen doğrudan tepki vermem. Önce bir düşünürüm, bir onu sorgularım, “Belki düzelir” diye beklerim. Çatışma değil de bir uzlaşma üzerine bir şeyler inşa edebilir miyiz diye. Fakat iktidarla ilişkimizde, geldiğimiz noktada hep aldatıldık. “Yargı bağımsız olacak!” dediler, yapmadılar. “Tutuklu milletvekilleri için yeniden bakacağız!” dediler, hiç bakmadılar. Parlamentonun yetkilerini elinden aldılar. Düşünebiliyor musunuz, Kurtuluş Savaşı’nı yöneten bir meclisin elinden yetkilerini aldılar. Böyle bir tabloyla artık nereye kadar? Tutuklu gazeteci sayısı 150’yi geçti. OHAL’i bahane ederek, binlerce kamu görevlisi ve öğretim üyesinin işine son verdiler ve kapının önüne koydular. Güya demokrasiyi savunan, unvanında “Adalet” kelimesi olan bir parti bunları yaptıktan sonra, adaletin onlar için gerçekten anlamsız olduğuna karar verdik. Ve biz de “Adalet” pankartıyla Ankara’dan İstanbul’a yürümeye başladık...
DOKTORLAR, ‘BÜNYE ALIŞTI BİR SÜRE DAHA YÜRÜMEN GEREKİYOR!’ DİYOR
Şimdi bünye alıştı. Ya artık hep yürümek isterse?
- Doktorlar öyle diyor. “Bunu bir süre devam ettirmen gerecek!” diyorlar.
En çok eşiniz mi endişelendi bu süreçte?
- Evet. Geliyor, arada sağlığıma, gıdama bakıyor. Aralarda karbonhidratlı yiyecekler tüketmeye gayret ediyorum.
Kilo verdiniz mi?
- Biraz. Tartı yok burada. Tartılmadım. Fakat kemer deliğinden belli oluyor.
Aileniz sizin aile bireyleriniz olduğu için mi katılıyor?
- Yok canım, onlar da adalet isteyen yurttaşlar olarak katılıyor!
ADALETE O KADAR BÜYÜK BİR ÖZLEM VAR Kİ
Daha önce bilmediğiniz neyi fark ettiniz bu yürüyüşlerde?
- Eğer toplumun vicdanına dokunan bir kavramla, bir duyguyla yola çıkarsanız, emin olun her kesiminden destek alıyorsunuz. Adalet de işte öyle bir şey! Bütün peygamberler de adaleti gerçekleştirmek için gelmişler mesela. Dünyanın bütün bilim insanları da adalet için çalışmışlar. İranlı düşünür Sadi’nin çok güzel bir sözü var, diyor ki, “Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez!” Türkiye’nin geldiği tablo budur. Adalete o kadar büyük özlem var ki, toplumun her kesiminden destek alıyoruz.
CİHANGİR İSLAM: BU YÜRÜYÜŞ BİR HİCRETTİR!
Adalet Yürüyüşü’nün değişmez simalarından. En önde yürüyor. Ve siyahlar içinde. Numan Kurtulmuş’la birlikte Has Parti’nin kurucularından, Merve Kavakçı’nın eski eşi, AKP milletvekili Ravza Kavakçı’nın eniştesi, eski bakanlardan Ayşegül İslam’ın kayınbiraderi Profesör Cihangir İslam bakın neler anlatıyor:
Zulüm, karanlık demektir. Kelime anlamı da karadır, siyahtır. O yüzden ben bu zulüm kalkana kadar siyah giymeye devam edeceğim. Çünkü ben KHK’yla atıldım ve şu anda toplama kampındayım. Yeni Türkiye’nin “postmodern toplama kampı.” Bu da benim toplama kampı kıyafetim. Zulüm kalkana kadar böyle giyeceğim, hangi konumda olursa olayım...
Orta boylu, uzun saçlı ve sakallı bir adam, biz yürürken bağırdı, “CHP’li değilim ama sizin bu yürüyüşünüzü destekliyorum. Bu bir hicrettir!” dedi. Doğru söylüyor. Bu yürüyüş, Gandian bir harekettir. Martin Luther hareketidir. Bunların altını kazıdığınız zaman da hicrettir. Sayın Genel Başkan halka buluşmanın yollarını genişletiyor...
ERDEM GÜL: BU YÜRÜYÜŞ AYNI ZAMANDA BİR YORDAM
Gandi’ninki de adalet yürüyüşüdür, hicrettir. Cihangir Hoca, “İnsanlar, ilk çağlardan beri adalet olmadığı zaman yollara düştüler. Bu yürüyüş de bir hicrettir!” diyor.
Benim için ise aynı zamanda bir “yordam meselesi.” Şöyle ki, yolun birkaç anlamı var. Bir rota belirliyorsunuz ve o rotada, hedefe doğru yürüyorsunuz. Ama bir de ”yordam” var. Yeni ilerleme biçimi, yürüyüş tarzı, yöntem, hareket metodu, yolda ilerlerken, edanızın, tavrınızın, tutumumuzun, belirlenmesi. Bu yürüyüşte hem yol her yordam var. O yüzden çok önemsiyorum.
Paylaş