Paylaş
Davutoğlu’na, Babacan’a, Gül’e karşı duyguları
Ahmet Davutoğlu’na karşı: Derin bir kırgınlık içinde gibi...
Ali Babacan’a karşı: Tam anlamıyla gönül koymuş bir tutum içinde gibi...
*
Abdullah Gül’e karşı: Sitemkâr bir mesafe duygusu içinde gibi...
MADDE İKİ
Her üç isim için de aklından şunları geçiriyor
AK Parti sayesinde en üst makamlara geldiler...
*
Cumhurbaşkanı oldular... Başbakan oldular... Her dönemde bakan oldular...
*
Yol arkadaşlığı yaptık, dava arkadaşlığı yaptık.
*
Şimdi de partiyi bırakıp gitmeye kalkıyorlar.
*
Üstelik girdiğimiz son seçimlerin hiçbirinde de yanımızda yer almadılar.
*
Hüzünlenmemek, üzülmemek, sinirlenmemek elde mi?
MADDE ÜÇ
Söyledikleri okunurken çok sert gibi görünse de...
CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın her üç isim için de söyledikleri okunduğunda çok sert sözler gibi algılansa da...
İşin aslı öyle değil...
*
Erdoğan’ın konuşma biçimde ve ses tonunda...
Ne polemik açma çabası, ne yıkıcı vuruş arzusu... Sadece sitem vardı.
Üç ismi de mahcup etmeyi hedefleyen şefkatli bir eda vardı.
Aşırı kırgınlıktan kaynaklanan üzgün bir tını vardı.
BİRİNDEN ‘BEYEFENDİ’ DİYE SÖZ EDİYORSA
CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın görevden alınan eski Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’ya karşı çok kızgın, çok öfkeli olduğunu anladım.
*
Nereden mi anladım?
Şuradan:
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan, birinden...
“Beyefendiye kalsa şöyle olacak/Şöyle demiş beyefendi/Tabii beyefendinin bu işlerden haberi yok” falan türü sözlerle söz ediyorsa...
Bilin ki...
Ona karşı çok öfkeli, çok kızgındır.
Erdoğan, uçakta yaptığı açıklamalarda Murat Yalçınkaya’dan “beyefendi” diye söz etti de oradan anladım.
ALİYA’NIN KABRİNDE
SARAYBOSNA’ya gitmişken Bilge Kral Aliya’nın kabrini ziyaret etmeden gelmek olur mu?
*
Şehrin Osmanlı rüzgârları esen bölümüne gittim... “Başçarşı” adlı tarih kokan çarşıyı geçtim... Önüme çıkan bir tepeyi tırmandım... Bembeyaz mezar taşlarının yükseldiği Kovaçi Şehitliği’ne ulaştım... Aliya, işte bu şehitlikte gayet sade bir anıtta yatıyordu... “Mezar taşıma cumhurbaşkanı, devlet başkanı falan yazmayın, Allah’ın kulu yazın yeter” diye vasiyet etmiş Aliya... Vasiyetine uyulmuş.
*
Aliya ve şehitler için bir Fatiha okuduktan sonra hem Bosna’da işlenen katliamları, hem de kutlu direnişi ana ana yürüdüm şehitlerin kabirlerin arasından ve şehitliği arkamda bıraktım.
İLK TEMASLAR
HULUSİ AKAR: Uçakta gördüm kendisini... El sıkışıp selamlaştık... Kısa bir sohbet ettik... İlk kez karşılaşıyordum kendisiyle... Çok uzaktan “asosyal” izlenimi veriyordu... Meğer öyle değilmiş... Gayet sosyaldi.
*
HAKAN FİDAN: Hayatımda ilk kez gördüm kendisini... Onunla da ayaküstü kısa bir sohbet ettik... “İstihbarat” için gerek şart olan gizem, üstünde iyi duruyordu... Dikkatini bir an olsun kaybetmeyen bir tavrı vardı...
*
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU: Yıllar yıllar sonra ilk kez karşılaştım kendisiyle... Nezaket içeren karşılıklı birkaç cümle... “Başkan’ın tüm adamları” kapsamında değerlendirilmesi gereken bir isim olarak gördüm kendisini.
*
FAHRETTİN ALTUN: Bir kez yüz yüze, birkaç kez de telefonla görüşmüştük... Gazeteciler açısından gezinin kusursuz geçmesi için her türlü çabayı gösterdi. Rahatsız etmeyen bir mükemmeliyetçilik... Kendisiyle ilgili tespitim bu!
UÇAĞA BİNMEK, UÇAĞA BİNMEMEK
1996’tan beri gazetecilik yapıyorum.
*
Süleyman Demirel devrinde Demirel’in yanına bile yaklaşamadım... Mesut Yılmaz, Tansu Çiller... Hiçbirinin uçağına binemedim... Ahmet Necdet Sezer’i hayatım boyunca görmek bile kısmet olmadı... Bülent Ecevit tarafından bir kez bile muhatap alınmadım. Abdullah Gül’ün devrinde Çankaya’nın kapısından bile geçmedim... Ahmet Davutoğlu başbakanken hiçbir davetine çağrılmadım. Binali Yıldırım’ın uçağına da binmedim. Ve en sonunda Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde ilk kez ama ilk kez uçağa bindim.
Ve kıyameti koparıyorlar!
*
“Uçağa binmek” denilince... Sanılıyor ki ballı börekli bir gezi yapılıyor, devlet kesesinden yeniliyor, içiliyor falan.
Alakası yok!
Yemek parasını kendin ödüyorsun... Otel parasını kendin ödüyorsun... Her türlü ulaşımını kendin sağlıyorsun...
Sağlanan tek bir şey var: Uçakla gidip, uçakla dönmek... Başka da bir şey yok.
Gazetecilik açısından ise Cumhurbaşkanı’na istediğin soruyu sorabilmek imkânı elde ediyorsun. Hepsi bu!
*
Ne ne oluyor? Şu oluyor:
Taraftarlarından herhangi biri uçağa davet edilse “Cumhurbaşkanı çok müthiş bir açılım yaptı” diye yorumlayacak ne kadar gazeteci ve siyasetçi varsa, uçağa davet edilen ben olunca... “Yalaka” falan diye hakaretler yağdırıyor. Ben de ne yapıyorum? Tabii ki “Hadi len oradan” deyip de geçiyorum.
ASLA VE KAT’A
TA üç buçuk yıl önceydi. Ahmet Davutoğlu başbakandı... Daha 15 Temmuz bile olmamıştı... Yeni sistem devrede değildi.
İşte o dönemde... İktidara yapılan haksız eleştirileri ve muhalefetin yanlışlarını konu edince... Bana karşı yine bir kampanya başlatmışlardı, “Dönek” falan diye... Ben de oturmuş “Döneklik Manifestosu” diye bir yazı yazmıştım... Yazıda birçok unsurun yanında... “Benim bu tavrım, Erdoğan’ın ya da Davutoğlu’nun uçağına binmek için değil hakkaniyet adınadır” anlamında “Erdoğan’ın ya da Davutoğlu’nun uçağına asla ve kat’a binmem” diye yazmıştım.
*
Aradan geçen süre içinde neler olmuş neler?
Davutoğlu başbakanlığı bırakmış, Binali Yıldırım başbakan olmuş, 15 Temmuz yaşanmış, referandum yapılmış, yeni sisteme geçilmiş, AK Parti ile MHP ittifak yapmış falan...
İşte buna rağmen tek dertleri “Hiçbir gazeteci arada kalmasın, herkes tarafını seçsin, arada kalan gazeteci istemiyoruz” olan kutuplaştırma arsızları, benim o yazımı tarihinden ve bağlamından koparıp tek mesele haline getirmeye çalıştılar.
*
Benim için ise son durum şudur: Her şeye rağmen sonuna kadar arada kalmaya devam!
Paylaş