Paylaş
Çelişki, Demirtaş’ın çelişkisi değil. Çelişki Demirtaş’tan çok Demirtaşçılık yapan AİHM’nin çelişkisi.
Hatırlarsanız, AİHM 22 Aralık’ta “Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasını” istemişti. Kararda kullanılan dil, hukuk normlarını zorlayan buyurgan bir dildi. Öyle ki AİHM’nin Türk yargıcı Saadet Yüksel, “Başvuranın serbest bırakılmasının tavsiye edildiği alışılmışın dışında ilk Büyük Daire davasıdır” diye itiraz etmişti.
AİHM’nin Gürcistan kökenli üyesi Chanturia da “Uluslararası yargı işbirliği göz ardı edilerek ulusal mahkemelere ne tür mesaj verilmek istenmektedir” diye sorma gereği duymuştu.
Şimdi ise yeni bir gelişme oldu. Yasin Börü başta olmak üzere 53 kişinin vahşi bir şekilde katledildiği Kobani olayları nedeniyle yargılanan Selahattin Demirtaş’la ilgili olarak AİHM’in 19 Ocak 2021 tarihinde Türkiye’den savunma istemine ilişkin yazısı Adalet Bakanlığı’na ulaştı.
AİHM daha önce Demirtaş’la ilgili olarak, “Derhal serbest bırakılsın” kararı almıştı. O zaman Türkiye’den savunma istemişti. Adalet Bakanlığı tarafından Demirtaş’ın 20 Eylül 2019 tarihindeki tutuklanmasının farklı suçlardan kaynaklandığı izah edilmişti. Çünkü hem kararda hem muhalefet şerhlerinde buna atıf var. Türkiye’nin tezlerini dikkate almış mıydı derseniz, almamıştı.
O zaman Türkiye’den neden savunma isteniyor?
İKİ ÜYE UYARMIŞTI
AİHM’nin 22 Aralık tarihinde verdiği kararın, Demirtaş’ın 4 Kasım 2016-7 Aralık 2018 tarihleri arasındaki tutukluluğuyla ilgili olduğu ortaya çıktı. AİHM’nin Türkiye’den 11 Mayıs 2021 tarihine kadar yapılmasını istediği savunmanın ise 20 Eylül 2019 tarihindeki tutuklamayla ilgili olduğu anlaşıldı. AİHM yargıçları Saadet Yüksel ile Chanturia da muhalefet şerhlerinde buna dikkat çekmişti. Ama söz konusu Demirtaş olunca AİHM’nin gözü öyle kararmış ki kendisine yapılmayan bir başvurudan dolayı da Demirtaş’ın “derhal serbest bırakılmasına” karar vermiş.
HATALAR ZİNCİRİ
Demirtaş’ın daha önceki tutuklamaya ilişkin itirazını görüşüp, daha sonra yapılan tutuklamaya ilişkin de karar verme yetkisini kendinde bulan AİHM’nin hatalar zincirinden birkaç halkayı sıralamak istiyorum.
1 AİHM bu yanlışı bilmeyerek yapmıyor. AİHM yargıçları Yüksel ve Chantria’nın bu yöndeki itirazlarını dikkate almadığı gibi, kararın 128. paragrafında Demirtaş’ın 20 Eylül 2019 tarihli tutuklamaya ilişkin Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yaptığı ve başvurunun AYM’de halen derdest olduğunu belirtiyor. Hatta Türkiye’den yeni savunma istediği yazısında da 20 Eylül 2019 tarihli tutuklamaya ilişkin olarak 2 Mart 2020 tarihinde Demirtaş’ın AİHM’ye başvuru yaptığını belirtiyor. Bu durumda AİHM, henüz gündemine alıp incelemediği ve savunmasını istemediği bir başvuruyla ilgili olarak derhal serbest bırakılma kararını hangi yetkiyle alıyor?
2 AİHM, Demirtaş’ın bir başvurusunun olmadığı, önünde tutuklamaya ilişkin bilgi ve belgeler bulunmayan 20 Eylül 2019 tarihindeki tutuklamanın aynı maddi delillere dayandığı yönündeki bir kanaatle nasıl derhal serbest bırakılma kararı alabiliyor? Bir yüksek mahkeme böyle bir genelleme yapabilir mi?
3 AİHM, şimdi Demirtaş’ın 20 Eylül 2019 tarihli tutuklamayla ilgili 2 Mart 2020 tarihinde başvuruda bulunduğunu belirtip, Türkiye’ye “İç hukuk yolu tüketilmiş midir? Demirtaş’ın başvurusu 7 Kasım 2019 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nde derdest olduğu için etkin bir hukuk yolu olarak kabul edilebilir mi?” diye soruyor.
4 AİHM, 20 Eylül tarihli ikinci tutuklama kararının Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki Kobani olaylarına ilişkin suçlamalar nedeniyle alındığını belirterek, tutuklama kararının “inandırıcı nedenlere” dayalı olup olmadığını soruyor.
Kısaca AİHM, Türkiye’den 20 Eylül 2019 tarihli tutuklamaya ilişkin savunma istiyor. Peki o zaman AİHM’nin kararı üzerine Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “Bu karar beni ilgilendirmiyor. Çünkü bu karar 4 Kasım 2016- 7 Aralık 2018 tarihli tutuklamaya ilişkin. Oysa ben Demirtaş’ı 20 Eylül 2019’da tutukladım. Bu karar onu kapsamıyor. O nedenle ‘derhal salıverilemez’” demesi yanlış mı?
SİYASİLERİN KULAKLARI ÇINLASIN
“Demirtaş serbest bırakılsın” diye yeri göğü inleten Kılıçdaroğlu’nun, Akşener’in, Babacan’ın, Davutoğlu’nun ve Bülent Arınç’ın kulakları çınlasın.
DEMİREL VE ÖZAL’DAN BAŞKANLIK SİSTEMİ
MUHALEFET, 70 yıldır idare edildiğimiz sistemi, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ambalajı altında servis etmeye hazırlanıyor. Oysa Türkiye’nin son 50 yılına damgasını vurmuş olan Özal ve Demirel, ülkenin bu sistemle idaresinin mümkün olmadığı görüşündelerdi.
ÖZAL’IN TEK ADAMLIK CEVABI
Özal, Amerikan tipi başkanlık sistemini savunuyordu. Mehmet Ali Birand, “Tek adamlık tehlikesi ortaya çıkmıyor mu? Bugün Meclis’te bir denetim var” diye sorunca Özal, “Tam aksine, bugün denetim yok. Neden? Çünkü hükümet, koalisyon da olsa, tek parti hükümeti de olsa Meclis’e hâkim. İsterse Meclis’ten hiçbir şeyi geçirmeyebilir. Halbuki başkanlık sisteminde kuvvetler ayrımı var. Amerikalılar buna ‘Checks and balances’ derler. Karşılıklı bir denge vardır. Cumhurbaşkanının kuvveti vardır, icra olarak. Buna mukabil Meclis’in de yetkileri vardır. Meclis bu sefer tam kontrol yetkisine sahip olur” karşılığını vermişti.
DEMİREL’İN İÇİNDEKİ UKDE
12 Eylül’le ilgili bir soruya Demirel, “Devlet kilitlenmişti” diye yanıt vermişti. Demirel, Cumhurbaşkanlığı’na veda ederken “İçimde bir ukde kaldı” demişti. İçindeki ukdeyi, “Halktan kopuk bir Cumhuriyet olmaz. Sistem işlemiyor. Temsili sistem işlemiyor. Ben isterdim ki Türkiye’de başkanlık sistemini yapalım. İçimde ukdedir, yapamadık. Devlet büyük, ülke büyük. Halk çok dinamik. Biz bu ülkeyi idare edemiyoruz. Bu ülkeyi idare edememek, gelen giden hükümetlerin kusuru da olabilir. Ama genelde sistemde değişiklik yapmak lazım” diye anlatmıştı.
BİR BİLEN: YAYMAN
Demirel ve Özal’ın konuşmalarını arşivden çıkardıktan sonra başkanlık sistemi ve siyasi tarihimiz üzerine kitapları olan TBMM Dijital Mecralar komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman’ı aradım. Özal ve Demirel’in sözlerini sordum.
“Bu noktaya bir günde gelinmedi. Özal da Demirel de bir günde gelmediler. Çünkü Türkiye, parlamenter sistemden çok çekti. O nedenle 50 yıl iktidarda olan Demirel, yeni Türkiye’nin temellerini atan Özal, Erbakan, Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu hep başkanlık sistemini savundular. Ama başkanlık sistemini getirmeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan başardı” dedi.
Paylaş