İNANÇ hırsızları, vatandaşın dayanışma duygusunu çalıyor.Başbakan bizi ahlaksızlıkla suçluyor.
Alman Mahkemesi, inanç hortumcularını yargılıyor.
Başbakan yine dönüp bize "Ahlaksız" diyor.
Alman savcının iddianamesinde dernek yetkililerinden birinin, paraların bir kısmını Başbakanlığa ilettiğini yazıyor.
Bunun bir de belgesini dosyaya koyuyor.
Ülkenin anamuhalefet partisi başkanı, bunu basın toplantısında açıklıyor.
Bunu da Doğan Grubu’na ait olmayan NTV televizyonu canlı yayınlıyor.
Başbakan dönüp yine bize "Ahlaksız" diyor.
Hatta gazeteyi yapan bizlere değil, sahibi Aydın Doğan’a yükleniyor.
Bu bana kurtla kuzu hikáyesini hatırlattı.
Hani şu akarsuyun alt tarafında su içen kuzuya, "Suyumu kirletme" diyen kurdun hikáyesi.
Kuzu, "Ben akan suyun alt tarafındayım, senin suyunu nasıl kirletirim" diye sorunca kurt ne cevap veriyordu:
"Ben seni yemeye karar verdim. Gerisi bahane..."
Başbakan herhalde basın özgürlüğünü yemeye karar verdi ki, sıra bahane aramaya kalmış.
Bulduğu bahane de, Deniz Feneri yolsuzluğu.
Yani mümin vatandaşın yardımlaşma duygusunu sömürenlere, çalanlara moral verecek bir konuşma.
* * *
Haberlere bir daha baktım.
Başbakan niye bu kadar öfkeli, onu anlamaya çalıştım.
Deniz Baykal’ın açıkladığı iddianamede ne deniyor?
Bazı uyanıklar, yardım için toplanan parayı Başbakanlığa gönderdiklerini söylemişler.
Bunun için bir de makbuz vermişler.
Erdoğan buna niye bu kadar öfkeleniyor?
Başbakan, "Ben para almadım" diyorsa, iş onun için daha da vahim demektir.
Demek ki Almanya’daki üçkáğıtçılar ile buradaki işbirlikçileri, bir tezgáh kurmuşlar ve buna Başbakanlığın adını da karıştırmışlar.
Sizce böyle bir olayda Başbakan kimin yanında olmalı?
Vicdan hırsızının mı?
Yoksa bu haberi veren gazetelerin mi?
Mantık ve vicdan şunu söylüyor.
Başbakan böyle bir olayda, kendi adını da hırsızlıklarına karıştıranları yargılayan mahkemenin ve bu haberleri yayınlayıp işi takip eden gazetelerin, televizyonların yanında olmalı.
Eğer o para Başbakanlığa iletilmediyse, Erdoğan’ın bizden önce onların karşısına dikilmesi, "Benim adımı ne hakla kullanıyorsunuz" diyerek bir dava da kendisinin açması gerekmez mi?
Ama o ne yapıyor?
Vicdan hırsızına kol kanat gerip bize bağırıyor.
Bağırmak da ne, hakaret ediyor.
Ahlaktan söz ediyor.
Ahlaksız burada değil Almanya’da ve sizin adınızı da kullanıp müminlerden para topluyor.
Kızılacak adam orada, suyu kirleten adam orada Sayın Başbakan.
* * *
Dünkü konuşma bir kere daha gösterdi ki, Başbakanımız eleştiriyi sevmiyor.
Başbakanımızın itiraza tahammülü yok.
Başbakanımız, "Bizim çocuklar, biraderler suç işlemez, bizim tarafta yolsuzluk olmaz" düşüncesini iman haline getirmiş.
Belediyelerden, yandaş gibi görünen derneklerden, iş çevrelerinden gelen pis kokulara burnunu tıkıyor.
Başbakanımız alışmış, alıştırılmış.
Biat istiyor.
Her taraf sütliman olsun, kol kırılınca yen içinde kalsın istiyor.
Ama bu çağ, iletişim çağı.
Hiçbir şey gizli kalmıyor.
Bizde kalsa da, elálemde kalmıyor.
Burada sorulmayan hesap, başka yerde mutlaka soruluyor.
Ahlaksızlık, yolsuzluk yerelleşirken, hukuk, hesap sorma, ceza verme küreselleşiyor.
Elinizdeki bütün devlet imkánlarını kullanarak burada basını sustursanız da, sınırın öte tarafında küresel bir yargılama başlıyor.
Anlayacağınız, ne bahane uydurursa uydursun, kurt kuzuyu yiyemiyor...
Ve Başbakan’a son bir cümle...
Türkiye, Erivan’da tarihi bir geceye hazırlanıyor.
Hepimiz umutla barışmayı bekliyoruz.
Böyle bir günde hem Cumhurbaşkanı’ndan, hem Türk milletinden, hem de Türk Milli Takımı’ndanrol çalmanın bir manası var mı?