Kötü yönetilen AKP:Şaban örnek vakası

Haluk Özdalga, bir zamanlar Ecevit’in DSP’sinde görev yapan sosyal demokrat kimlikli bir siyasetçiydi...

Sonra DSP’de bırakın sosyal demokratlığı, demokratlığın bile esamisinin okunmadığının farkına vararak, arkasına bile bakmadan kaçtı...

Pardon! Pardon!

Arkasına baktı...

Partideki engin deneyimlerinden yola çıkarak bir kitap yazdı...

Kitabın adını "Kötü Yönetilen Türkiye: DSP Örnek Vakası" koydu...

Özdalga, adından da anlaşılacağı üzere kitabında Türkiye’nin kötü yönetildiğinin yol açtığı zararlardan söz ediyor ve bir örnek vaka olarak da DSP’yi ele alıyordu...

Ve bugün...

Bugün Haluk Özdalga AKP’dedir...

Mutludur, mesuttur...

* * *

Bu saadet havasını bozmak pahasına...

Ve tabii haddim olmayarak...

Haluk Özdalga’dan bir ricam var...

Acaba Haluk Bey, "Kötü Yönetilen AKP: Şaban Örnek Vakası" başlıklı küçük bir risale kaleme alamaz mı?

Vaka mühim...

Malzeme bol...

Eh, Haluk Özdalga da hakkaniyetli bir adam...

O halde neden olmasın?

* * *

Düşünün:

Partinin genel başkan yardımcısı yolsuzlukla suçlanıyor...

Rakamlar, isimler, ilişkiler ayyuka çıkıyor...

Suçlanan genel başkan yardımcısı, yanına partinin kurumsal desteğini temsil eden bir yetkiliyi alarak basın toplantısında savunmaya geçiyor...

Ancak savunma kimseyi tatmin etmiyor...

O kadar ki, "yandaş medya" bile "Şaban vakası"nı sırtında taşımak istemiyor, zehir zemberek yazılara yer veriyor...

Bu arada Tayyip Bey suskun... Partinin ileri gelenleri suskun...

Bir geçiştirme çabası var...

Medya işin peşini bırakmıyor...

Kamuoyu açısından ise...

AKP yolsuzluk yaptığı iddiasına muhatap olan yetkilisini kollayan bir parti imajına bürünüyor...

Günler sonra geçiştirme çabasının kár etmediğini anlayan Tayyip Bey’den, "Yolsuzluk yapanın aramızda yeri olmaz" şeklinde bir açıklama geliyor...

Ve bütün zararlara uğrandıktan sonra da...

Dün Şaban Dişli istifa ediyor...

* * *

O zaman soralım:

Madem sonuç böyle olacaktı...

Ne diye "yolsuzuna sahip çıkan parti" imajı verdiniz?

Madem sonuç böyle olacaktı...

Ne diye iddialar ilk ortaya çıktığında, partinizin yetkili bir ismine, "Bunlar CHP’nin kuru iftirası" açıklamasını yaptırdınız?

Madem sonuç böyle olacaktı...

Ne diye ilk günden tavır almadınız?

Madem sonuç böyle olacaktı...

Ne diye lekelenmeye razı oldunuz?

* * *

Ben bunları yazarak...

Bir anlamda...

"Kötü Yönetilen AKP: Şaban Örnek Vakası" risalesine kapı aralamış oldum sanırım...

Gerisini bu işin erbabı Haluk Özdalga’ya bırakıyorum...

Ne demiş eskiler?

"Gayret bizden, tevfik Allah’tan"...

Pamuk’un bilmediği beş şey

BİR: Nobel ödülü almak, bir yazarı, "gazetelere röportaj vermek", "ilginç haber konuları yaratmak" ya da "duvarlara kitap tanıtım afişleri"ni asmak gibi gereksiz angaryalardan kurtarır...

İKİ: Nobel ödülü, en büyük pazarlama aracıdır... Ekstra pazarlama çabası, en hafifinden "cool" görüntüyü bozar...

ÜÇ: Uluslararası çapta ünlü bir yazar olduğunuz zaman, "Perihan" ya da "Tuna" gibi tanıtım atağı yapmanıza gerek yoktur... Sınıf bilinci diye bir şey var yahu...

DÖRT: Bir kitabın promosyon çalışmalarının tamamını, yazarın bizzat kendisinin yürütmesi, Nobel almış bir yazara zayıflık görüntüsü verir...

BEŞ: Nobel ödülü almış bir yazarın, son kitabında yer alan nesneleri bir müzede sergilemesi gereksiz bir atraksiyondur... Perihan’ı çıldırtmaya ne gerek var?
Yazarın Tüm Yazıları