Zimbabve’de doğdunuz. Orada ne işiniz vardı?
- Büyük büyük babam kaptanmış, 12 Ada’dan biri olan Kasos’da yaşıyormuş, günün birinde ailesini toplamış Afrika’ya yerleşmiş. Göç etmişler yani. Babam ve iki kardeşi Zimbabve’de doğmuş. O zamanki adıyla Rodezya. Bir İngiliz sömürgesi. Babam önce bir İngiliz’le evleniyor, ondan üç oğlu oluyor, ayrılıyorlar, annemle evleniyor iki oğlu oluyor: Abim ve ben.
Afrika sizin için ne ifade ediyor?
- Büyük, yeşil, bol gölgeli, kocaman huzurlu bir yer. Ama ben 4- 4.5 yaşındayken terk ettim. Doğrusu terk etmek zorunda bırakıldım. Annem Atina’ya kız kardeşini ziyarete geliyor, ben ve ağabeyimle. Eve bensiz dönüyor...
Nasıl yani?
- Beni teyzeme bırakıyorlar.
Ne kadar süre?
- 4 yıl. Önce 4 aylığına imiş ama işte araya hayat girmiş, 4 yıl olmuş. Sonra da bir daha almıyorlar, teyzem annem oluyor. Onları bir daha gördüğümde artık 8.5 yaşındaydım. Tabi kalbim çok kırılmıştı, geçirdiğim büyük bir travmaydı, bırakılmış, terk edilmiştim. Tek kelime Yunanca bilmiyorum, teyzem ama daha önce hiç görmediğim bir kadın, yabancı bir ülke, yabancı bir dil, kendimi müthiş güvensiz hissettim. Hayatımın en büyük dramıdır bu hadise. Seneler cevabını aradım. Neden? Neden beni bıraktılar? Neden abimi değil, beni? O benden daha büyüktü. Ama yok işte bunların cevabı, kısa çubuğu ben çektim, benim başıma geldi. Hayatım boyunca terk edilmişlik duygusu peşime bırakmadı, çok uzun yıllar terapi gördüm. Ama sonunda, hayatta bazı soruların cevabının olmadığını öğrendim. Bir an geliyor, çocukluğumuzun peşini bırakmamız gerekiyor.
Peki 4 yıl sonra görüştüğünüzde...
- Havaalanına gittik, kapıdaki polise "İçeri girebilir miyim" dedim, "Annem ve abim gelecek." Küçük çocuğum ya izin verdiler, içeride uçak insin diye bekliyorum, orada benim yaşlarımda bir çocuk daha vardı, oynamaya başladık, çok da iyi anlaştık, "Senin adın ne?" dedi "Mario" dedim, "Benimki de Simon" dedi. "A öyle mi, benim Simon adında bir abim var" dedim, "Gel seni annemle tanıştırayım" dedi ve beni annesine götürdü, "Arkadaşımla tanış anne" diye. Sonradan ortaya çıktı ki o çocuk abim, annesi benim de annem...
Geçmişlerinde çok acı çekmiş insanlar daha mı yükseğe sıçrıyorlar?
- Kimbilir belki de olabilir, yaşadıklarımın başarılı olmamda mutlaka payı vardır. Ben hep enerji dolu, aktif bir çocuktum, abim ise daha çekingen ve sessiz. Beni hayatla daha başa çıkabilir buldukları için bırakmış olabilirler. Tabii onlar öyle zannediyorlardı, Atina’da ilk aylarımda dilim tutulmuş konuşamamışım. Bir de işin kötüsü, annem ve babam bana gerçeği söylemedi. Hiç unutmuyorum beni mutfağa götürdüler, masaya oturttular ve dediler ki "Yolun aşağısına kadar gidiyoruz ama döneceğiz." Gözlerinin içine bakarak sordum "Geri döneceksiniz değil mi?", "Evet" dediler. Ama dönmediler. Yazın Yunanistan’da karpuz çok yenir, masada ikiye kesilmiş, dışı yeşil, içi kıpkırmızı kocaman bir karpuz duruyordu. O görüntü, bu olayın simgesi oldu ve hiç gitmedi gözümün önünden. Bugün bile ne zaman ikiye kesilmiş karpuz görsem fena olurum. Bana ayrılık hatırlatır...
Siz çocuğunuza yapar mıydınız?
- Delirdin mi sen? Asla! Asla! En azından gerçeği söylerdim. "Durum bu, gitmemiz gerekiyor, ama döneceğiz merak etme." Ama tabii yaşadığım bu travma, aynı zamanda şansım oldu. Beni bıraktıkları kadın, teyzem, olağanüstü bir kadındı. İçimdeki müzisyeni o çıkardı, beni 5 yaşında Atina’ya konservatuvara yazdırdı, keman çalmamı öğrenmemi sağladı. Annem oldu. Müteşekkirim. Beni edebiyatla, felsefeyle tanıştırdı. "Git dünyayı keşfet" dedi, güç verdi, ilham verdi, cesaret verdi. Ama ne yazık ki 7 yıl önce onu kanserden kaybettim, benim de bir yanım onunla birlikte öldü. Hep fotoğrafını yanımda taşırım, bütün dünyayı dolaşıyorum konserler dolayısıyla, kaldığım her otelde, başucunda onun resim durur.
Peki gerçek anneniz?
- Şu anda Atina’da benimle birlikte yaşıyor. Ağabeyimin kızı da. Abim İsveç’te oturuyor, küçük kızı benimle yaşamayı tercih etti. Babama gelince kalp krizinden öldü.
Seneler sonra, annenizle bu bırakıp gitme meselesini hiç konuşmadınız mı?
- Konuşmaz olur muyuz? Konuştum. Hep bir takım açıklamaları var. "Bırakmam gerekiyordu, inan seni üzmek istemedim" filan filan. Ama insanın mantığı kabul etse bile, kalbi bu gerekçeleri ne yazık ki kabullenemiyor.
Bir kadınla hemen yatağa girmenin hiçbir esprisi yokSevgililerinize şarkı söyler misiniz? Kahvaltı hazırlarken filan...
- Elbette ve bayılırım. Her yerde şarkı söylerim. Ben banyoda şarkı söyleyen tenorlardanım. Bir tek uyuyan bir kadına kıyamam, yataktaki kadına şarkı söylemenin manası yok.
Sesiniz, kadınları baştan çıkarmak için kullandığınız numaralardan biri mi?
- Evet. Tüylerini kabartan erkek kuşlar vardır ya, ben onlar gibiyim. Ya da kediler özel bir ses çıkarırlar ya güzel dişi bir kedi görünce, ben de öyleyim. Aslında en çok şarkı söylerken kendim olabiliyorum. Kendimi şarkı söylerken, konuşurken olduğundan çok daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. İtalyan sevgilim vardı mesela, bir şey söylemek istediğimde bir İtalyanca şarkı mırıldanırdım, "Tamam aldım mesaji" derdi...
Tenorlar tutkulu aşık mıdır?
- Başka tenorları bilmem ama ben öyleyim.
Her yerde bir sevgiliniz mi var? New York’ta, Atina’da.
- Hayır, hiç alakası yok. Ben sadığım ve uzun süreli ilişkiler kurarım. 3 yıllık bir ilişkiden yeni çıktım. İlişkileri ve kadınları ciddiye alırım. İlişkiye de kendimi yüzde yüz veririm. İflah olmaz bir romantiğim. Güneşin batışını da çok duygulanarak izlerim, yakamoz severim, içimden şarkı söylemek gelir.
Romantizm kareniz?
- Evdeyiz. Şömine yanıyor, ben bir şeyler okuyorum, benim için özel olan bir kadın başka bir şeyle meşgul. Arada bakışıyoruz, hiçbir şey demiyoruz, meşguliyetlerimize devam ediyoruz, sonra şarap içiyoruz ve sevişiyoruz. Beni küt diye aşk yapmak ilgilendirmiyor, bir kadınla hemen yatağa girmenin hiç bir esprisi yok. Heyecan verici olan aynı zamanda o süreç...
Bu kadar meşhur olmak kadınlarla ilişkinizi kolaylaştırdı mı?
- Haliyle öyle oldu. Bir sürü kadın hayranım kulise geliyor.
Hayranlarıyla yatan biri misiniz?
- Pek değil. Ben hem onların sahnede gördüğü adamım, hem de değilim.
İyi ama bu onların problemi...
- Evet ama ben de tanımak isterim. Tanımadığım bir kadınla sevişemem. "Sen çok güzelsin hadi yatağa!" diyebilen bir tip değilim. Fazlasıyla seçiciyim.
Kadınlar da anneniz gibi terk mi ettiler hep sizi!
- Nereden anladınız! İşin aslında biraz da ben bu hale getiriyorum galiba. İlişkiyi sabote ediyorum, onların beni terk etmelerini sağlıyorum ve sonra diyorum ki: "İşte hepiniz annem gibisiniz, siz beni terk ediyorsunuz!"
YARIN: Sahneye jean’le çıkmak istiyorum