ŞU anda Kanada’da yaşayan ve gazetelerde haham kılığında fotoğraflarını gördüğümüz Tuncay Güney, ilginç bir kişilik.
2001’de polise verdiği ifadede Ergenekon isimli bir örgütün varlığından ilk kez söz etmişti.
O günlerde bu soruşturmanın örtbas edildiği biliniyor.
Tuncay Güney’in 2001 yılında poliste verdiği ifade, Ergenekon İddianamesi’nin 442. klasöründe yer alıyor.
AKP medyası ve "pervaneler", Tuncay Güney’in anlattıklarına özel bir önem atfediyor, bunu biliyoruz.
Ergenekon İddianamesi’nde adı bir tek kez geçenlerin bile bu gazetelerde suçluymuşlar gibi teşhir edildikleri de bir başka gerçek.
Ancak Tuncay Güney’in ifadesindeki çok ilginç bir ayrıntı nedense görmezden geliniyor.
Bu ayrıntı, Veli Küçük ile Fethullah Gülen ilişkisi hakkında.
Fethullah Hoca Cemaati içinde yapılacak bir darbe planı, Küçük’ün Zaman Gazetesi ile ilgili bir ricasının karşılıksız bırakılmaması gibi ayrıntılar var.
Tuncay Güney’in, söz konusu tarihte Gülen Cemaati’nin Samanyolu TV’sinde çalıştığı, cemaate yakın bir giyim firması tarafından "ücretsiz giydirildiği" gibi detaylar da cabası.
Ancak nedense ifadeyi didikleyip, her gün yeni bir ismi ortaya atanlar, bu bağlantı ile ilgili hiçbir yayın yapmadılar.
Yayın yapmadıkları gibi Tuncay Güney’in ifadesindeki iddialarına yönelik bir yanıt verme çabası içinde de olmadılar.
Neden acaba?
Yoksa Fethullah Hoca da Ergenekoncu mu?
Misafirin yaptığına bak!
SUDAN Devlet Başkanı Beşir,Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında açtığı "soykırım suçlusu" davasıyla ilgili yanıtını tüm dünyaya Türkiye’den verdi.
Sudan’da İslami hukukun geçerli olduğunu, şeriata göre yargılama yapmayan bu mahkemeyi tanımadığını söyledi.
"Türkiye arkamızda" dedi.
Misafirlikte ádet, ev sahibini zor durumda bırakacak tavırlar sergilememektir.
Beşir, bunu yapmadığı gibi kendi suçuna Türkiye’yi de ortak etmekte tereddüt göstermedi.
Türk Dışişleri’nden de Beşir’in açıklamalarıyla ilgili bir yanıt gelmediğine göre hükümetin de bu tutuma itirazı yok demek ki.
Bu tavrın, BM Güvenlik Konseyi adaylığı ile ilgili olarak yaratacağı olumsuz hava bile dikkate alınmıyor.
"BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üye olacağız" diye yola çıkılıyor ama uluslararası topluluğun hassasiyet gösterdiği bir konuda tam tersi bir tutum almakta sakınca görülmüyor.
Hükümet, bir yandan modern Türkiye’nin hedeflemesi gereken bir işi yapmaya çalışıyor, öte yandan kendi İslamcı kökenlerinden kafasını kurtaramadığı için bu projenin altına adeta dinamit döşüyor.
Bakalım Maliye Bakanlığı ne yapacak?
CUMHURBAŞKANI, kendisinin sanık olduğu davada mahkûm olan Necmettin Erbakan’ın hapis cezasını affetti.
Kendisiyle ilgili yasal süreç ise verilen "takipsizlik" kararı ile durmuş bulunuyor.
Takipsizlik kararını veren mahkeme, kayıp trilyon davasında asıl zarara uğrayanın Maliye Bakanlığı olduğuna işaret etti ve davanın takip edilip edilmemesinin Maliye Bakanlığı’na sorulmasına karar verdi.
Şimdi 15 günlük yasal süre içinde Maliye Bakanlığı’nın bu karara itiraz edip etmeyeceğini göreceğiz.
Maliye Bakanlığı itiraz hakkını kullanmazsa kayıp trilyon davası da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için tamamen kapatılmış olacak.
Üç kuruşluk alacağın tahsili için şahin kesilen Maliye, bakalım 1 trilyon liralık (faizlerini hesaba katmıyorum) alacağının peşini bırakacak mı?
Bu yetki herhalde keyfi olarak kullanılmıyor olmalı.
Görevleri gereği bu itirazı yapmak durumunda olan bürokratların siyasi baskı karşısında nasıl davranacakları, Türkiye’nin bir hukuk devleti mi, yoksa bir "guguk devleti" mi olduğunu da ortaya koyacak.