BU yazıyı yurtdışında bir kafede yazıyorum. Önümde Le Monde gazetesi duruyor.
"Eğer AKP kapatılırsa, Avrupa Birliği, atom bombası anlamına gelecek bir silahı kullanmayacak. Yani Türkiye ile müzakereleri durdurmayacak."
Anayasa Mahkemesi’nin tarihi kararını açıklayacağı gün, Avrupa Birliği’nin en "Establishement" yani son günlerdeki moda deyişi ile, "müesses nizamın" en etkili gazetesinden böyle net bir mesaj geliyor.
Merak ediyorum.
Acaba Anayasa Mahkemesi üyeleri karar toplantısına girerken, AB’den gelen bu mesaj önlerine konmuş muydu?
İnsallah konmuştur diye düşünüyorum.
Çünkü başından beri, Batı’dan gelen "kapatılırsa fena olur" mesajlarının, Mahkeme üzerinde negatif bir etki yapacağına inanıyordum.
Neyse son zamanlarda o, Türkiye’de partinin kapatılmasını istemeyen insanlar üzerinde bile olumsuz etki yapan bu nobran tavır terk edildi.
* *Ê *
Önce açık kalmış bir hesabı kapatalım.
Aylardan beri Türk yargısına ağza alınmadık hakaretler eden, o insanları aşağılayan, tehdit eden çevrelerin, bir insaf muhasebesi yapmalarını bekliyoruz.
Davayı oybirliğiyle kabul eden Mahkeme, sonunda 6’ya 5 karar verdi.
Demek ki kimse masaya önyargılarla oturmamış.
Demek ki, kimsenin kafasında "yargı darbesi yapmak" falan yokmuş.
Yani onlar, bu kararla, aylardır kendilerine hakaret eden sözde demokratlardan çok daha önyargısız ve demokrat olduklarını ispat ettiler.
* *Ê *
Gelelim Mahkemenin aldığı kararın anlamına.
"6’ya 5 kapatma" kararı alıp ta, partinin kapatılması ne anlama geliyor?
1 Mart tezkeresinde, çoğunluk tezkerenin geçmesinden yana oy kullandığı halde, bunun kabul edilmemesinin anlamı neyse, bununki de odur.
Yani Mahkemenin iradesi, kapatılma yönünde çoğunluk sağlamıştır ama, kanun en az 7’ye 4 çoğunluk istediği için, partinin kapatılması kabul edilmemiştir.
Bu sonucun AKP’nin hoşuna gideceğini sanmıyorum.
Ama partinin kapatılmasını bekleyen çevrelerin de hoşuna gitmediğine eminim.
Öyleyse soru şudur:
Kimseyi tatmin etmeyen bir karar, Türkiye’yi kurtarır mı?
Bugün itibariyle hepimizin cevabını araması gereken soru budur.
Bu kararı, herkesin, yani Türkiye’nin menfaatine çevirecek bir enstrüman haline getirebilir miyiz?
* *Ê *
Başından beri şu umudu taşıyordum.
Kapatma iddianamesinin açıklandığı günden itibaren, bu süreci, kalıcı bir uzlaşmaya çeverilebilir miyiz?
Başbakan Erdoğan’dan hep bunun sinyallerini bekledim.
Ama artık onun karekterini aşağı yukarı biliyorum.
Baskı altında, karar almaktan hoşlanmıyor.
Sanki başkalarının söylediğine teslim oluyormuş gibi bir haleti ruhiyeye giriyor.
Oysa demokrasilerde böyle bir psikolojinin yerinin olmaması gerekir.
Başbakan, "başkaları istiyor" diye değil, "demokrasinin gereği böyle olduğu için" bir uzlaşmanın yolunu aramalıdır.
Sadece o mu?
Değil elbette..
Ana Muhalefet Partisi de aynı şeyi yapmalıdır.
* *Ê *
Ama çok iyi bildiğim bir şey var.
Türkiye bir "dolduruşa getirme" ülkesidir.
Bu ülke aydınlarının etkili bir bölümünü, "uzlaşma" değil, "rövanş" duyguları yönetir.
Ve ne yazık ki, Türk siyasi eliti üzerinde de etkili olurlar.
Başbakan, her konuşmasında, "seçkincilerin" ülkeyi yönetme tutkusundan söz eder.
Fikrini beğenmediği "seçkincilere" gösterdiği tepkinin yarısını, kendisini rövanşizme zorlayan "yandaş seçkincilere" karşı da gösterebilse, hem kendisini hem ülkemizi kalıcı uzlaşmaya götürebilecek yolu açar.
Mahkemenin kararına takılıp kalmanın anlamı yok.
Neticede AKP kapatılmamıştır ve yoluna devam etme lisansını almıştır.
Bence bundan çıkarılacak en umutlu mesaj şu olmalıdır:
Türkiye’de demokrasi işliyor, bağımsız yargı çalışıyor.
Bunların üzerine, keyfiyetçilikten, kayırmacılıktan arınmış, çoğulculuğu kişiliğinin parçası haline getirmiş bir zihniyeti eklersek, Türkiye’nin önü açık demektir.