MURAT Belge, Radikal Gazetesi’nden ayrılma kararını aldığı günlerde Miami’deydim.
Yıllardan beri ilgiyle okuduğum bir yazarın Radikal’den ayrılmasına üzüldüm.
Çünkü Radikal ona, o da Radikal’e çok uygun diye düşünüyordum.
Onun ayrılışıyla ilgili bir yazı yazmayı da hiç düşünmüyordum.
Ta ki önceki pazar Sabah Gazetesi’nde onunla yapılmış bir mülakatı okuyuncaya kadar.
* * *
Şirin Sever’in sorularını cevaplayan Murat Belge, Radikal’den ayrılma gerekçesini şu cümlelerle açıklıyor:
"Madem demokrasiye angajeyim, o zaman a’dan z’ye demokrasiye angaje olan, onu ilan eden bir yayın organında bulunmak işime gelir."
Peki Radikal, demokrasiye angaje olmamış bir gazete mi?
Belge bu soruya insaflı bir cevap veriyor:
"Şimdi Radikal, ’Gazete yönetimi olarak faşizmi savunuyordu’ falan diyemem. Ama Radikal’in içinde her zaman buna karşı gelen yazarlar oldu."
Radikal yönetimi kendini kurtarmış, ama yazarlarından bazıları o kadar şanslı değil.
"Demokrasiye angaje olmamakla" suçlanıyorlar.
O zaman insan, "demokrasiye angaje olmayan" yazarlar kimmiş merak ediyor.
Murat Belge, onların adını da veriyor:
"Gündüz Aktan, Namık Kemal Zeybek ve Mehmet Ali Kışlalı."
"Demokrasiye angaje olmamak" ne demektir? Üstü örtülü biçimde "demokrasiye inanmamak" mı?
Bu üç yazarı da tanıyorum ve üçü için de "Demokrasiye inanmıyor" demek insaflı olmaz.
Ama Türkiye, insanların birbirlerini çok rahatlıkla "hain", "faşist" gibi ağır sıfatlarla suçlayabildiği bir ülke.
Böyle bir ülkede, birisini "antidemokratlıkla" suçlamak, yani en azından "faşist" dememek bile zarif bir davranış olarak kabul edilebilir.
Ancak beni asıl düşündüren bu olmadı.
Sonunda o üç yazarın ikisinin kendi köşeleri var.
Gündüz Aktan ise şimdi milletvekili, ama kendisini izah edebileceği platformu kolaylıkla bulabilir.
O nedenle ben asıl konuma geçeceğim.
* * *
Murat Belge ile yapılan mülakat, 1 Haziran günü yayımlandı.
O günden bugüne neredeyse iki hafta geçti ve kimse sesini çıkarmadı.
Ben bu sessizliği, "Türk basınında yeni bir mesleki içtihadın doğuşu" olarak kabul ediyorum.
Nedir o içtihat derseniz, onu da açıkça yazayım:
"Artık patronların, istemediği yazarı işinden çıkarmasına kimse ses çıkaramaz."
Neden derseniz, bunun gerekçesini Murat Belge yazdı.
Dediğim gibi, kimse sesini çıkarmadığına göre, şu içtihat kararlarını alt alta yazabiliriz:
"Bir yazarın, görüşünü beğenmediği yazarlarla aynı gazetede yazmama hakkı vardır ve bu hak çok doğal, çok demokratik bir haktır."
Hukukta, akitler tek taraflı olmaz, bunun bir de karşı tarafı vardır.
Demek ki, "Bir gazete sahibinin de görüşlerini beğenmediği, antidemokratik bulduğu yazarlarla el sıkışma, onların işine son verme hakkı vardır ve bu hak son derece doğaldır".
Tabii aynı hakkı, genel yayın yönetmenleri için de geçerli saymamız gerekir.
Bu içtihat artık Türk basın tarihinin duvarlarına altın harflerle yazılmıştır.
Peki patronların zaten böyle bir hakkı yok muydu? Vardı da, biri işten çıkarılınca mırın kırın ediliyordu.
Artık kimsenin mırın kırın etmeye hakkı da yok.
* * *
Murat Belge’nin yazısında takıldığım bir nokta da kullandığı terminolojiyle ilgili.
Gazetelerden "yayın organı" olarak söz ediyor.
Bana göre "yayın organı", tek partili sistemlere, diktatörlüklere, faşist ve komünist rejimlere ait bir kavramdır.
O yüzden bu, bir dil sürçmesi değilse, "eski solculuk günlerinden" kalma bir alışkanlıktır diye düşündüm...