VELEV ki ile başlayan süreç Anayasa Mahkemesi’nin dünkü kararıyla noktalandı.
O zaman anlatamadık ki, bu Cumhuriyet bugünkü kimliğiyle ayakta durdukça yani ister ılımlı, ister ılımsız bir İslam Cumhuriyeti haline getirilmedikçe, onun ilkelerine herkes uyacaktır. O ilkelerle daha önce de kavga eden siyasi partiler oldu.
Bu ülkede bir din devleti kurulması için kimi açık kimi kapalı şekilde mücadele verdi.
Ama hepsi de sistemin sillesini yedi ve kapatıldı.
Son olarak karşımızda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) birlikte pişirip kotardıkları, sonra da 411 oyla Meclis’ten geçirdikleri Anayasa değişikliğini iptal eden Anayasa Mahkemesi kararı var.
Bilindiği gibi Başbakan Tayyip Erdoğan 14 Ocak 2008 günü İspanya’da düzenlediği basın toplantısında "türbanın siyasi simge sayılması" ile ilgili bir soruyu yanıtlarken;
"Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün.
Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz?
Simgelere bir yasak getirebilir misiniz?
Sembollere bir yasak getirebilir misiniz?
Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?
Buradaki dert başka aslında.
Biz bunu çok iyi biliyoruz.
Bunu maalesef takdirde zorlanıyoruz" demiş ve bu konuyla ilgili tartışmaları yepyeni bir zemine çekmişti.
Üniversitede türban takılmasını "siyasi" amaçlı olsa bile hoşgörüyle karşılamak gerektiğini ileri süren bu görüşe Anayasa Mahkemesi tam da o nedenle yani "eğer türbanın serbest bırakılması siyasi bir amacın gereği ise, o takdirde konuyu Anayasal rejimin temel ilkesi olan laiklik ışığında değerlendirmek gerekir" anlayışını benimsedi ve bu girişime geçit vermedi.
Girişimden söz ederken bilindiği gibi Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddelerinde yapılan değişikliği kastediyoruz.
Bu maddelerde yapılan değişiklik görüntü itibariyle laiklik ilkesiyle hiç de ilgili değildi.
Çünkü 10’uncu maddenin "yasa önünde herkesin eşit muamele göreceğini" emreden hükmüne, "kamu hizmetlerinden yararlanmada" da yasa önünde eşitlik ilkesine uyulacağını vurgulayan bir ibare ekleniyordu.
Öteki değişiklikle de 42’nci maddeye "Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimsenin yükseköğrenim hakkını kullanma hakkından yoksun bırakılamayacağını" ifade eden bir fıkra ekleniyor, bu kuralla ilgili sınırlamanın da "yasayla" konulacağı bildiriliyordu.
Dediğimiz gibi ilk bakışta çok masum görünen bu değişikliğin arkasında, daha önce iki kere Danıştay ve iki kere Anayasa Mahkemesi, en az üç kere de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından "laikliğe karşı" sayılan bir eylemi serbest bırakma amacının yattığını bilmeyen yoktu.
Hoş bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın söylediği de bu idi.
İşte o nedenle Anayasa değişikliği, CHP ve DSP milletvekillerinin verdiği ortak bir dilekçeyle Anayasa Mahkemesi’negötürüldü.
Konunun teknik tartışmasını sonraya bırakmak üzere söyleyelim ki, Anayasa Mahkemesi, kanımızca çok isabetli bir karar alarak, "ister doğrudan ister dolaylı yoldan olsun, Anayasal rejimin temel ilkeleriyle oynanmasına izin vermeyeceğini" bir kera daha ilan etti.
Milli Görüş’çüler bunu öğrenmek için başlarını dört kere duvara vurdular.
Dileriz AKP’liler yanlışta o kadar ısrar etmezler.