HÜRRİYET’in "411 el kaosa kalktı" manşetine itiraz eden arkadaşlara sesleniyorum.
Şimdi anladınız mı o eller neye kalkmış?
Gerçeğin tam ifadesi olan o manşet yüzünden, Hürriyet’e, bizlere demedik laf, etmedik hakaret bırakmayan, hakkımızda ipe sapa gelmez yüzlerce komplo teorisi üretenlerin şimdi ne düşündüğünü çok merak ediyorum.
Evet bir kere daha aynı inançla ifade ediyorum.
O gün 411 el kaosa kalkmıştır ve ispatı bugün bütün delilleriyle önümüzdedir.
* * *
Girişteki öfkeli ifadelerime bakıp sanmayın ki bu karara çok sevindim.
Hayır hiç sevinmedim.
O manşeti atarken ne kadar kaygılı idiysem, bugün de o kadar kaygılıyım.
Ama bir taraftan da gazeteci olarak, geçmişte yaptığım uyarıları önüme koyup bazı hatırlatmaları yapmanın gereğine inanıyorum.
Çünkü öyle yaptığınız takdirde, bunu bir rejim meselesi haline getirirsiniz.
Nitekim Anayasa Mahkemesi, yetkisini biraz genişletme pahasına, bunun bir "rejim meselesi" olduğunu içtihat haline getirdi.
Üniversitelerde türban sorununu çözmek, artık eskisine göre de daha zorlaşmıştır.
Ama imkánsız değildir.
Önümüzdeki dönem, türbanın bir rejim meselesi olmaktan çıkarılıp, "bazı insanların inancı" meselesi haline getirilmesi mümkün müdür ona bakmalıyız.
Bu cümlenin altını dikkatle çiziyorum ve daha açık yorumuyla yazıyorum:
"Türban meselesini, inatçı dincilerin elinden alıp temiz inanç sahiplerinin eline iade etmeliyiz."
Sorunu ancak onlar çözebilir.
* * *
Meclis’te 411 elin kalktığı gün ile dün arasında geçen süreye gelince...
Bu süreyi ne yazık ki iyi kullanamadık.
Oysa bu dönemi, Türkiye’de herkesi birleştirecek, dini siyasetin kirli ellerinden alacak, özgürlükleri belli bir zümrenin, akraba taallukatın şahsi ihtirasları olmaktan çıkarıp bütün toplumun arzuları platformuna yayacak bir ortak zeminin oluşturulması için kullanabilirdik.
Yani yeni Anayasa’nın yapımına bu dönemde başlayabilirdik.
Türkiye’yi ilelebet, laik, demokratik bir hukuk devleti olarak tutacak, Cumhuriyet’in temel değerlerini zedelemeyecek bir meydanda buluşabilirdik.
Emin olun bunun içinde, üniversitede türbana serbestlik de olurdu.
Ve bu ülkede kimse, hiçbir kurum bu ortak iradenin karşısında duramazdı.
Ne yazık ki, ihtiraslı ve gözü dönmüş fanatikler, buna izin vermedi.
Dışarıdan müdahaleler, içeriden kışkırtmalar ortamı daha da gerdi.
Hepimiz daha ılımlı, daha anlayışlı, daha mutabakatçı hale geleceğimize, tam aksine bunkerlere çekildik.
Sonuçta bütün yükü yine Anayasal bir kuruma bıraktık.
O da görevini kendi görüşüne göre yaptı.
* * *
Şimdi geleceğe bakalım.
En büyük yanlış, Anayasa Mahkemesi kararına takılıp kalmaktır.
AKP; Cumhuriyet’in temel değerleriyle bir meselesi olmadığını, rövanşist bir fanatik azınlığın esiri olmadığını bütün Türk halkına göstermelidir.
Geldiğimiz noktada en tehlikeli şey, inatçılık olacaktır.
Hepimizin menfaati, Anayasal kurumlarıyla, askeriyle, halkının bir bölümüyle, sivil toplumuyla, üniversiteleriyle, iş dünyasıyla, medyasıyla uyumlu, haklarla sorumlulukları, iradeyle denetimi aynı bünye içinde bir araya getiren sağlam bir demokrasi üzerinde birleşmektir.
Böyle bir rejimi, intikam duygularıyla, abuk sabuk misyon tutkularıyla, sadece oya dayanan bir milli irade anlayışıyla sağlamak mümkün değildir.
İşe önce Türkiye’nin iklimini düzelterek başlamalıyız.
Bir yandan türbanlı kadını otele sokmayan, öte yandan "Gávura içki verip Müslüman’a vermeyen" keyfi zihniyet bu iklimin ürünüdür.
Milli iradeyi temsil ettiğini iddia eden partilerin tek ve ilk misyonu bu adı konmamış, kansız iç savaşı bitirip barışı sağlamaktır.
* * *
Netice...
411 el kaosa yol açtı.
Ama Anayasa Mahkemesi kararı kaosu bitirdi mi?
Hayır bitirmedi.
Kaosu bitirecek olan tek şey, azgın azınlığın çığlıklarına kulakları tıkayıp, ülkenin merkezindeki geniş makul çoğunluğu iktidara oturtacak zihniyete gelmemizdir.