ARTIK adını açıkça koyalım.AKP hakkında dava açıldığı günden bu yana, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı koltuğu münhaldir.
Boştur. Boşaltılmıştır.
Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, işini gücünü bırakıp, "AKP’nin kapatılmasını önleme" görevini üstlenmiştir.
Öyle yaptığı için de, artık izan çizgisini aşmıştır.
Avrupalıların gözlerine baka baka, "Türkiye’de Müslüman çoğunluğun dini özgürlük sorunu vardır" demesini neyle izah edeceğiz?
Basit bir hata, bir dil sürçmesi ile mi?
"Erdoğan sonrası AKP genel başkanlığı için şimdiden kampanyayabaşlamak"la mı?
"Ağzının söylediğini kulağı duymuyor"la mı?
Yoksa daha az masum bir nedenle mi?
Mesela, "Cumhuriyet rejimine iftira"yla mı?
* * *
Kaç kere yazdım, üşenmeden, bıkmadan bir kere daha alt alta yazıp bilançoyu çıkarıyorum.
Bu ülkede kapalı cami mi var?
Namaz kılmak isteyene mani olan birini biliyor musunuz?
Hacca gitmek isteyen insanın önünü kim kesiyor?
Fitre ve zekát vermek isteyip de veremeyene mi rastladınız?
Kelime-i şehadet getirmek isteyenin ağzını biri mi kapatıyor?
Sayın bakan yapmayın, ülkenize bu kadar haksızlık etmeyin.
Bu ülkede, İslam áleminin en çirkin camilerini yapma özgürlüğü bile var.
Bazılarına, dini gırtlağına kadar siyasetin batağına sokma özgürlüğü bile tanınmış.
Din adına para toplayan bezirgán desen, onun kılına bile dokunan yok.
Öyleyse, partinizi kurtaracaksınız diye, ülkenizi bu kadar harcamanız hangi insaf ölçüsüne sığıyor?
* * *
Önceki akşam, Avrupa Vakıflar Merkezi Yönetim Kurulu için verilen bir yemekteydim.
Milyarlarca dolarlık bilançoları yöneten, dünyanın önde gelen vakıflarının temsilcileri İstanbul’da buluştu.
Boğaz’da açık bir alanda yemek yerken, ezan okunmaya başladı.
Yanımda oturan ünlü bir vakıf yöneticisi kulağıma eğildi ve şunları söyledi:
"Geçen hafta Tahran’daydım.
Orada hiç böyle çok ezan sesi işitmedim.
Ayrıca buradaki kadar çok cami de yoktu."
Kendisine şu yorumu yaptım:
"İran’a ben de gittim ve aynı gözlemle döndüm.
İran’ın Şii yapısı ile Türkiye’nin Sünni ağırlıklı yapısı arasında fark var.
Ama bana göre asıl fark şurada.
İran’da bir dini sınıf, İslam’ı, devleti yönetmek için totaliter bir ideolojik sistem olarak kullanıyor.
Türkiye’de ise Cumhuriyet rejiminin anayasası, dinin, devleti yöneten bir ideoloji haline gelmesine izin vermiyor."
Bu yorumdan sonra, asıl anlatmak istediğime geldim:
Bana göre Türk toplumu, İran toplumuna göre inancına daha bağlıdır.
Daha da önemlisi, inancının gereklerini daha özgürce yerine getirebilmektedir.
Dünyanın hiçbir İslam ülkesinde, Türkiye’deki kadar fazla cami yok.
Peki bu camiler hangi dönemde yapıldı?
Tuhaf bir liberal-dinci koalisyonunun insafsızca saldırdığı laik Cumhuriyet döneminde değil mi?
O sırada Boğaz’ın kenarında birbiri ardına başlayan ezan sesleri, hálá devam ediyordu.
Yabancı misafire, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Avrupa Parlamentosu’nda o gün söylediği sözleri aktardım.
Hayret ifadesiyle yüzüme baktı.
* * *
Dışişleri Bakanı’nın bu sözlerini okuduktan sonra, artık şu noktaya geldim.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e yönelik bu saldırılar karşısında sessiz kalmamalıyız.
Bu insafsız, vicdansız kampanyaya ses çıkarmamak, artık bir suç ortaklığına dönüşüyor.
Bu ülkede, "Müslüman çoğunluğa eziyet ediliyor" sözleri, bizzat Cumhuriyet hükümetinin bakanı tarafından telaffuz edilebiliyorsa, bize düşen de bu hayasız iftirayı, aynen sahibine iade etmektir.
Bunu yapmak, telekulak çeteleriyle, akraba taallukat idaresiyle uğraşmaktan bile daha acil ve önemlidir.