MAÇTAN önce Eski Açık’ta bir pankart açıldı. Daha doğrusu Alman pankartı demek gerekiyor heralde. Tribünün üçte birini kaplıyordu. Boynunda G.Saray atkısı olan "Baba" Marlon Brando, sırtında Avrupa Birliği Bayrağı olan bir vatandaşa elini öptürüyordu.
Pankart Galatasaray taraftarının takımına Avrupa’da gördüğü mertebeyi temsil ediyordu. Galatasaray, Avrupa’da başka olmalı bugüne kadar olduğu gibi Türkiye’nin futboldaki uluslararası markası olarak parlamalı. Leverkusen karşısında Serkan’ın yerine Lincoln’ü değil de, Ayhan’la oyuna başlayarak orta sahada topu kullanmaktan çok, kazanmayı amaçladığını gösterdi Feldkamp...
Genel kanıya göre, (genel kanı dediğim, tribünde etrafımda oturanlar) doğru bir seçimdi bu. Kalli’nin gençleri Leverkusen’e karşı, müthiş bir direnç gösterdi, üstünlük sağladı fakat golü birkaç kez önüne gümüş tepsiyle sunulmasına rağmen, reddetti. Leverkusen gibi Bundesliga’da etkili bir ekibin, oyun kurmasını imkansız hale getirmek, kendi oyununu kabul ettirmek ve 90 dakika boyunca bir pozisyon bile vermemek futbol açısından çok mühim. 53. dakikada Ümit Karan, golü atabilse işin rengi birkaç ton birden değişirdi. Fakat olmadı.
Takımını beğendi
Galatasaray taraftarı, takımını beğendi ancak golü göremedi. Oynanmayan maç üzerine konuşmak, pek hoşuma giden bir iş değil. Hele beylik kalıpları hiç sevmem! Ancak tahminimce Galatasaray, burada zorlayıp açamadığı kilidi, Almanya’da daha rahat açacakmış gibi bir his var içimde. Dediğim gibi bir şey bildiğimden değil, sadece his. Son söz olarak Emre, Mehmet Topal ve fiziksel açıdan maçtan düşene kadarki performansıyla Arda gecenin yıldızlarıydı. Bu güzel futboldan bir gol çıkaramamak da, sadece bahtsızlıkla açıklanabilir.