Türkiye’de "üç hayati işi" canı çeken herkes yapabilir de, ondan...
Siyaset.
Müteahhitlik.
Gazetecilik.
*
Mesela, yoldan geçen bir avukatı, kolundan tutup, "gel şunu değiştir" diye, böbrek nakli ameliyatına sokamazsınız... Veya, bir cerrahı yakalayıp, "iddianameyi yazıver" diye, savcılık makamına oturtamazsınız...
Balıkçı, jeofizik bilmez.
Türkücü, statik hesabından anlamaz.
Ama...
Bunların hepsi, gazeteci, siyasetçi ya da müteahhit olabiliyor bu ülkede.
*
Onun için...
Binalarımız çöküyor.
Onun için...
Başbakan, "20 milyon satan bir gazete" yapılabileceğini düşünüyor.
"İstesem, en yüksek gökdeleni yaparım" da diyebilirdi.
*
Onun için TMSF müfettişleri bile gazete yönetebileceğini sanıyor ve yönetiyor. Onun için imam, köşe yazabiliyor. Onun için tavernacı, futbol yorumluyor. Onun için cebinde sarı basın kartı taşıyan bakkal var.
*
"Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur" palavrası da, buradan çıkmıştır zaten...
Hiçbir "bilimsel kritere" dayanmadığı için, "ana rahmi"ne dayandırılır!
*
Sorun tanıdığınız varsa, "o haberi neden 5 sütun ya da 6 sütun değil de, 7 sütun verdin" diye, mantıklı cevap veremez. "Niye senin logon, yeşil-kırmızı değil de, mavi-siyah" de, açıklayamaz... Bilmez ki okur, mesela, askerlik üzerine atıp tutanların hangileri askerlik yapmıştır, hangileri raporludur... Düne kadar adı bile geçmeyen insanlar, nasıl olur da, başyazar olur, genel yayın yönetmeni olur, merak etmez... Okuduğu haberleri anchormanler mi hazırlar?
Bakın acı bir örnek vereyim...
Daha önce çalıştığım "çok önemli" bir gazetede, iki yazar vardı. İkisi de ödüllü, ikisi de ağır abi, ikisi de cemiyet üyesi... Ama, yazılarını kendileri değil, başkaları yazıyordu!
Bir gün "meslek ahlakı" üzerine kavga ettiler aralarında... Biri dedi ki, "Yazılarını kendin bile yazmıyorsun, ne konuşuyorsun?" Öbürü cevap verdi: "Ben hiç olmazsa, yazılarımı kimin yazdığını biliyorum, sen onu da bilmiyorsun!"