O yüzden diyorum ki, daha o gece üç beş Türk F-16’sı, Erbil semalarında ses duvarını aşmalıydı.
Bir-iki bin pencere camı tuzla buz olmalıydı.
Şuna samimiyetimle inanıyorum.
Belki de onlara yapılacak en büyük iyilik bu olurdu.
Hiç olmazsa Türkiye’nin ciddiyetini dikkate alır, artık lafla peynir gemisini yürütemeyeceklerini anlarlardı.
* * *
Yine o bazıları diyor ki, "Diplomatik yollar" tüketilmedi.
Ben de biliyorum. Elbette tüketilmedi.
Ama bir ülke, ciddiyetini ispatlayamadığı zaman, diplomatik çözüm yolları da tıkanıyor.
Karşı taraftaki adam, "Canım sen bakma Türklere, bağırır çağırır, sonra susarlar" kafasındaysa ve siz onda böyle bir izlenim yaratmışsanız, Talabani’nin yaptığı gibi hemen Orta Şark usulü oyalama manevraları başlar.
Şimdi ne diyor Talabani:
"PKK’ya mensup kişilerin iadesini dışlamıyoruz."
Yahu bu sözü doğru dürüst söylemenin biçimi yok mu?
Ne demek bu?
Ben şöyle okuyorum:
"Biz yine bu meseleyi uyutmaya çalışıyoruz."
Artık uyutamazsın.
Bıçak kemiğe dayandı.
Düşünmeyeceksin, ya ülkenden atacaksın, ya bize vereceksin.
Nitekim "Fırıldak" yine dönüyor ve o Talabani akşam "PKK liderlerini yakalamamız mümkün değil" diye kıvırıyor.
* * *
Artık kimsenin bizim ne sabrımızı taşırmaya, ne de caydırıcılığımızı ve inandırıcılığımızı imtihan etmeye hakkı kaldı.
Biz ülke olarak, bu ülkenin vatandaşları olarak artık kesin sonuç bekliyoruz.
Herkese de aynı hassasiyeti taşımasını tavsiye ediyorum.
Karşımızdakiler bizim caydırıcılığımızı imtihan etmeye çalışıyor.
Bu imtihandan sınıfta kalmak gibi bir lüksümüz asla yok...
Bunu yapmak savaş istemek değil, asıl savaşı önlemektir.