Paylaş
Bir de, Kadıköy yakasında Bahariye’de yine güzel mimarili Rum Ortodoks kilisesinin adı da Aya Triada. İstanbul’un, belki, başka semtlerinde de aynı isime sahip kiliseler vardır. Aya Triada, “Kutsal Üçleme” anlamına geliyor. Baba-Oğul –Ruh-ül Kudüs yani. Bizim eski dilde “üçleme” anlamında, Arapça kökenli “Teslis” kullanılırdı. Aya Triada, bu demek.
Türkiye’deki “geleneksel iktidar yapısı”na böyle denmiyor ama denebilir. Asker-Yargı-Yüksek Öğretim üçlüsü, Türk siyasi hayatının “Aya Triada”sı.
1960’ların Marksist-sol jargonunda “sivil-asker aydın zümre” denilen, yakın zamanlarda “asker-sivil bürokrasi” diye geçen, bizim zaman zaman “Ankara” metaforu ile kullandığımız, CHP liderinin dilindeki “devlet kurumları”; bunların tümü Türk siyasetinin “Aya Triada”sı; asker-yargı-yüksek öğretim (şu Rektörler Komitesi’nin temsil ettiği anlamda üniversiteler)...
*** *** ***
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığının önünün kesilmesinden, “e-muhtıra” diye bilinen 27 Nisan’daki “askeri müdahale”den bir ay kadar sonra, 22 Temmuz seçimlerinden bir buçuk ay kadar önceydi; o sırada İstanbul’da yapılan Bilderberg toplantısına katılan popüler ve saygın bir Türk siyaset adamı ile “volta” atıyordum.
Evet, “volta”; çünkü Bilderberg toplantıları bir tür tutukluluk hali. Toplantılar boyunca, bunların yapıldığı otelden ayrılmamak, kuralların başında geliyor. Biziki Türk katılımcı, bu nedenle, bir gece yarısı otelin önündeki giriş bölümünde hem hava alıyor, hem de sohbet ederek yürüyorduk. Git-gel 25-30 metrelik mesafe. O vakit de, yaptığımızın bir nevi “volta atmak” olduğunu tespit etmiştik zaten. “Volta” esnasında, çok deneyimli, devletin en üst zirvelerinde önemli sıfatlar taşımış, uluslararası alanda da gayet iyi tanınan, o eski dost, “Bak” dedi, “Süleyman Demirel bir gün bana şöyle dedi: ‘Bu Türkiye’yi yöneteceksen üç yerle ters düşülmez. Bunu ben tecrübeyle öğrendim. Asker, yargı, yüksek öğretim.’ Süleyman beyin aldığı büyük dersi ben de hep aklımda tuttum...”
Mealen böyle bir şeylerdi söylediği. Ben de, “Ne kaldı geriye?” dedim; “zaten sorun burada, bu ‘üçlü’ ile ilgili...”
O, bana Abdullah Gül’ün, bir başka deyimle de Tayyip Erdoğan ve Ak Parti iktidarının, söz konusu “üçleme” ile ters düştüğü için önünün kesildiğini ve bunlarla “uzlaşma”dan, kendileri açısından “iktidar şansı” olamayacağını anlatmak istiyordu.
Ben de, 22 Temmuz seçim kararının, tam da bu Türk katı Kemalist-laisizminin “Kutsal Üçleme”ye bir tür “meydan okuma” ile alındığını, seçim sonuçlarından çıkacak halk iradesinin bu “Aya Triada”yı veya “Holy Trinity” ya da “Teslis”i hükümsüz kılmak zorunda olduğunu anlatmaya çabalıyordum.
Elinde silah bulunduranların veya on yıllarca geçmişi olan “imtiyazlar”a dayananların “dayatma”sını aşabilmek, ancak büyük bir seçmen katılımıyla yapılacak, tartışmaz oranlara ulaşacak bir seçim zaferiyle mümkün olabilirdi.
İşte, 22 Temmuz, o demek. 22 Temmuz’da öyle oldu. 22 Temmuz’da Ankara’da dizayn edilen masalar ters döndü. Türk siyasetindeki “Aya Triada” kaybetti.
*** *** ***
Şimdi, “medyanın bir bölümü”nü de seferber ederek, sinsi bir kampanya ile kaybedilenin geri alınması, hatta kaybedilmemiş gibi davranmak söz konusu. Herşey, keskinleşeceğe benzeyen “post-22 Temmuz iktidar mücadelesi”ne tabi. Yeni Anayasa tartışmaları bundan başka bir şey değil.
Şu sıralarda“Aya Triada”nın asker ayağı geri çekilmiş görünüyor. O, Cumhurbaşkanı’na –daha doğrusu eşine karşı- protokol terbiyesine sığmayacak davranışlarla bir çeşit “pasif direniş” sergilemekten öteye, bu yeni iktidar mücadelesinde faal değilmiş gibi bir görüntü veriyor.
Şimdi öne çıkan, “Aya Triada”nın diğer iki unsuru. Yargı ve yüksek öğretim. Önceki gün, hiçbir olağanüstülük yok iken, bir olağanüstü dönem söz konusu değilken, Rektörler Komitesi olağanüstü toplanıyor. Yeni Anayasa yapımına karşı “direniş”in “ilk kurşunu”nu atıyorlar adeta.
O toplantı biter bitmez ve YÖK Başkanı Erdoğan Teziç açıklama yapar yapmaz, Tayyip Erdoğan bir basın toplantısı düzenliyor ve seçim gününden bu yana görülmemiş sertlikte tepki vererek, rektörleri karşısına alıyor. Derken, Başbakan’ın sözlerinin ardından bir saat geçmeden, Yargıtay Başsavcısı, Rektörler ile aynı dalga boyunda açıklama yapıyor.
Evet; bu, bir iktidar mücadelesi. “sivil-asker aydın zümre”, “asker –sivil bürokrasi”,ne derseniz deyin, nasıl isimlendirirseniz öyle isimlendirin, “eski elit”in yitirmekte olduğu iktidarını koruma mücadelesi.
Yüksek öğretim, direnecek. Yargı, karşı koyacak. Medyadaki “boru-trampet takımı”, tıpkı 28 Eylül sürecindeki gibi rol üstlenecek –başladılar zaten- ve Aya Triada’nın “asıl unsuru”, görünürdeki bu “laik-demokratik” ve “sivil kıyafetli” direnişe destek olmak üzere kımıldayacak. Ya da çağrılacak, hatta davet edilecek.
Türkiye’nin önündeki “asıl tehlike”, kimilerinin dayanaksız iddialarından türettikleri “dini faşizm” değil. Ülkeyi iç istikrarsızlığa “bile bile lades” diyerek sürükleyecek olan “Aya Triada”nın “iktidar imtiyazları”nı kaybetmemek için sahneye koyacakları.
“Yeni Anayasa”, Türkiye’nin demokrasisinin tahkim edilebilmesi ve “askeri darbe süreçleri”nin sonsuza dek tarihe gömülmesi için gereklinin de ötesinde zorunlu.
Ama, yineleyelim: Yeni Anayasa’nın özgürce tartışılabilmesi, önünün açılabilmesi için, öncelikle ifade özgürlüğünü kısıtlayan tüm yasa hükümleri kaldırılmalıdır ki, yargı ve yüksek öğretim, siyasi iktidara karşı yürütülecek “gerilla savaşı”nda “silahsızlandırılabilsin”.
Yani, önce TCK’nun 301, 288 ve 318. maddelerini kaldırmak gerekiyor.
Ak Parti iktidarı bunu en kısa sürede yapamazsa, Yeni Anayasa tartışmalarının altında kalır. Bir yıl sonra, nerede, ne durumda olacağını bilemeyiz...
Paylaş