Paylaş
Öncelikle şu olabilecek en aptalca “aritmetik hesabı”na, yüzde 47-yüzde 53 hesaplamasına değinelim. Seçim sonuçlarına bakılarak, Ak Parti ne yapsa, ne dese, toplumun yüzde 53’ünün buna karşı olduğu şeklinde bir ‘ön kabul” öne sürülüyor.
Seçim sonuçları, münhasıran Ak Parti’ye ilişkin bir “ölçüm aracı” değildir. Siyasi iktidarı kimin kullanacağının, TBMM’de sandalye dağılımının nasıl olacağının “demokratik ölçüsü”dür. O aptalca hesaplama yöntemini esas alırsak, sadece toplumun yüzde 53’ünün Ak Parti’ye karşı olduğu sonucuna varmayız.
Neye varırız?
Toplumun yüzde 80’inin CHP’ye karşı olduğuna; toplumun yüzde 86’sının MHP’ye karşı olduğuna, toplumun yüzde 95’inin DTP’ye karşı olduğuna vs. Bu “yüzde 53”lük aptalca söylemi tutturanlar, hangi kafayla, hangi mantıkla MHP ile DTP’yi, DTP ile CHP’yi, hatta Cumhurbaşkanlığı seçimine katılan MHP ile boykot eden CHP’yi“aynı sepette” görüyorlar.
Geçelim.
Şu anda tartışılmakta olan Yeni Anayasa. Bunun hazırlanmasının bir “yöntem”i olacak ve bu yöntemden yola çıkarak hazırlanacak “taslak”, giderek bir “tasarı” haline gelecek. “Tasarı”, TBMM’de tartışıldıktan sonra, halkoyuna sunulacak. Kabul görürse, Türkiye, Yeni Anayasası’na kavuşacak.
Bütün bunlar, bir “süreç” demektir. Şu anda daha yolun en başındayız.
Peki, bunun neresi “yanlış”?
2007 Türkiye’sinde, yüzde 90’lara yaklaşan bir katılımla gerçekleşen ve yüzde 85’lik bir “temsil oranı” ile temsil yeteneği son çeyrek yüzyılda en fazla olan TBMM’yi ortaya çıkartan 22 Temmuz’un sunduğu 2007 Türkiye’sinde bundan gayrı hangi “yöntem” ve hangi “süreç”le anayasa hazırlanabilir ki?
*** *** ***
1982 Anayasası’nı, bir “askeri darbe ürünü” olan bu “deli gömleği”ni açıkça savunabilen kimse yok. Açıkça savunamayanlar, Yeni Anayasa ile ilgili “yöntem” ve “süreç” itirazları üzerinden, mevcut “deli gömleği” sayesinde elde ettikleri “imtiyazları” savunmaya çalışıyorlar.
Başta, “seçilmişler”e karşı “atanmışlar”ın en tipik görüntülerinden biri olan Rektörler Komitesi. Aslında, ortada “fol yok; yumurta yok” denebilecek bir durumda, alelacele toplanıp, Yeni Anayasa tartışmalarına olanca “negativite”leri ile dahil olmaları, “atanmışlar”ın “seçilmişler”e karşı direnişinin ilk salvoları gibi algılanabilir.
Rektörler Komitesi toplantısından sonra Erdoğan Teziç tarafından yapılan açıklamadaki laf kalabalığını ayıklarsak, tüm toplantının amacı açıklamanın şu son paragrafıyla ilgili:
“Bilindiği gibi yükseköğretim kurumlarında uygulanmakta olan türban yasağı, yüksek mahkemelerin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarıyla oluşmuş bir hukuki durumdur. Bu hukuki durum ortaya çıkarken, Türk yüksek mahkemelerinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Atatürk ilke ve devrimleriyle oluşturduğu laik tanımı ve yorumu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Avrupa norm ve değerleriyle de uyumlu bulunmuştur. Bu nedene Rektörler Komitesi Anayasa’da kılık kıyafet serbestliğini öngörecek bir düzenleme yapılmasının hukuken mümkün olamayacağını bir kez daha kamuoyuna hatırlatmak sorumluluğunu duymaktadır.”
Rektörler Komitesi, bu cümleler için toplandı. Ama, bu ifade, hem “gerçeğe” aykırı; ayrıca, gerek “hukuken”, gerekse “ahlaki-siyasi” olarak da yanlış!
Öncelikle, burada AİHM kararına ilişkin bir “çarpıtma” söz konusu. AİHM kararı üniversitelerde “türban yasağı”nı öngörmüyor.Bir ülkenin bu konuda “iç hukuk yetkisi” ile düzenleme yapabileceğini söylüyor.
Bu, şu da demek: Bir ülke, “iç hukuk yetkisi”ni kullanarak, üniversitelerde “türban yasağı” koyabilir, aynı şekilde koymayadabilir de. Yani, bu konuda karar vermek, AİHM’in işi değil diyor.
Yani, böyle bir yasağı, Yeni Anayasa ile ortadan pekala kaldırabilirsiniz.
“Anayasa’da kılık kıyafet serbestliğini öngörecek bir düzenleme yapılması” hukuken nasıl mümkün olamaz? TBMM, Anayasa yapabilir mi? Yapabilir. Bunu halkoylamasına sunabilir mi? Sunabilir. Halkoylamasından geçerse, ortaya yeni bir Anayasa çıkar mı? Çıkar. Dolayısıyla, Rektörler Komitesi’nin açıklamasının “hukuki mantığı” yoktur. Yanlıştır.
Dahası, “First Lady”si ve Başbakanının eşinin başörtülü olduğu bir ülkede, aynı kıyafete sahip genç kızların yüksek öğrenim hakkını elinden almanın “ahlaki” bir yanı olmadığı gibi, gelinen noktada, bu, “siyaseten” de artık mümkün olamaz.
*** *** ***
Başbakan’ın, Rektörler Komitesi’ne yönelik “herkes kendi işine baksın”, “kendilerini TBMM’nin üzerinde görmesinler”, “bu işin yöntemine ve sürece onlar karar veremez”, “kimse durumdan vazife çıkarmaya kalkışmasın” mealindeki sözleri de “doğru”dur.
Temsil yeteneği hayli kuşkulu parlamentolar, 1982 Anayasası’nda 13 kez değişiklik yapabilecek; temsil yeteneği tartışmasız 22 Temmuz TBMM’si Yeni Anayasa yapamayacak, öyle mi? Böyle mantık olur mu-
“Atanmışlar”, “seçilmişler”e oranla daha “imtiyazlı” olmadıklarını içlerine sindirdikleri veya sindirmeleri kendilerine öğretildiği ya da kendileri bunu öğrendikleri vakit, Türkiye, “demokrasinin en keskin virajı”nı dönebilecektir.
Yeni Anayasa, yöntemi ve süreci itibarıyla, bunun için de, önemli...
Paylaş