Paylaş
“Pek yakında Ankara’ya giderek bu mesajı yeni hükümete bizzat sunacağım. Amerika, bu fırsatı, Türkiye ile stratejik ortaklığımızı yenilemez ve güçlendirmek için değerlendirmeye kararlıdır. Bu vizyonu ve 21.Yüzyıl için bu güçlü, hayati ve yeri doldurulmaz Türk-Amerikan ittifakını inşa etme kararlılığını paylaşan Türk liderleriyle birlikte çalışmayı arzuluyoruz.”
Ve, Burns, bugün Ankara’da. İki hafta önce, Ankara ve İstanbul’a gelen İngiltere’nin yeni ve genç Dışişleri Bakanı David Miliband’ın verdiği “güçlü destek”in ardından, Amerikan diplomasinin üç numarası Ankara’ya “yeni stratejik ortaklık” mesajını iletmeye geldi.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinin ve Tayyip Erdoğan başkanlığındaki 60. hükümetin göreve başlamasının üzerinden üç hafta geçmeden, yeni iktidar sahipleri “Anglo-Amerikan desteği”ni –şimdilik- elde ederken“ilişkilerin yeni yol haritası”nı görme fırsatını da edindiler.
Bu arada, Fransa’nın yeni ve Türkiye karşıtlığıyla bilinen Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin “Transatlantik ittifakı”nı sağlama almaya başladığını, ABD-Fransa çatlağını gidermeye kararlı olduğunu kaydedin. Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner’in Tahran’ı çıldırtan son açıklaması, ABD-Fransa yakınlaşmasında ne kadar yol kat’edildiğini gösteriyor. Ayrıca, Sarkozy’nin Türkiye’ye hafif de olsa, bir dil, uslup ve tutum değişikliği içine girdiği de dikkatlerden kaçmamalı.
Bu bakımdan, “yeni Ankara”ya karşı ardarda ortaya konmakta olan “Anglo-Amerikan desteği”nin önemini bir kenara yazmalıyız ve “Türkiye’nin kabusu” anlamına gelecek “darbe rüyaları”ndan da vazgeçmeliyiz.
*** *** ***
İktidar açısından, yüzde 47’ye tırmanan taze seçim desteği, hem “meşruiyet” ve hem de “sivil siyasi merkez”in tahkimi açısından kuşkusuz çok değerli oldu. Ancak, bu “iç meşruiyet”in, Türkiye’de iktidarların devamı ve selameti açısından her zaman yeterli olmadığı biliniyor. Tecrübe ile sabit. İşte, bu nedenle, Fransa’yı bile “nötralize etme” gücüne sahip “Anglo-Amerikan desteği”nin özel bir anlamı ve değeri olmalı. Ankara, bunu böyle okumalı.
Burns, sözünü ettiğimiz “Türkiye’ye yönelik yeni Amerikan stratejik yaklaşımı” diye ifade edebileceğimiz önemdeki konuşmasında, “Türkiye’nin Amerika için önemi, Ortadoğu’nun 21.Yüzyıl’da, 20.Yüzyıl Avrupa’sının Amerika’nın temel ulusal güvenlik çıkarları açısından yerini aldığı bir sırada daha da güçlü bir hale gelmiştir” diyor. Ve, bu yaklaşımı şöyle ayrıntılandırıyor: “Türkiye, Ortadoğu’daki diğer herkes ile etkili biçimde çalışabilecek bölgedeki tek ülkedir. Türkiye’nin nüfuzu özlü ve eşsizdir. Bu çok önemli anlamda, Türkiye Amerika için Ortadoğu’da vazgeçilmez bir ülkedir.”
Amerika, Türkiye’yi hem “Ortadoğulu” ve hem “Avrupalı”, böylece “çifte kimlik” sahibi, özgün ve eşsiz bir ülke olarak görüyor. Burns’ün konuşmasında bu husus özellikle belirtiliyor. Bu nedenle, Washington açısından Türkiye ile ittifak, “hayati” ve “yeri doldurulmaz” görülüyor. Ve, tam da bu “stratejik gerekçe”den ötürü, Washington, Beyaz Saray’da kim oturuyorsa otursun, iktidarın Cumhuriyetçi ya da Demokrat kimliğinden bağımsız olarak Türkiye’ye “stratejik ufuklar”la yaklaşıyor.
Bütün bu nedenler, önce İngiltere, ardından Amerika’nın Ankara üzerindeki “yeni hamlesi”ne baktığımızda, Türkiye’nin istikrarının, iktidar devamlılığının “yakın markaj”a alınacağının ipuçlarını vermiş oluyor.
Amerikan dış politikasında öncelik Irak ve İran olduğu, Türkiye her iki ülkeyle sınırdaş ve “müttefik” tek ülke bulunduğu için, Türk-Amerikan ilişkilerinin “tamiri” ve istikrarlı bir seyre sahip olması da, Washington için öncelik.
Bu iki alanda ilişkilerin “mükemmel olmadığı” Amerikalıların idrakinde ve bu “olgu” Burns’ün şu sözlerine yansımış durumda:
“Listenin başında Irak var. Irak’ı Saddam Hüseyin’in zulmünden kurtarma kararımız, Türkiye’de görülmemiş ölçüde bir anti-Amerikanizm dalgasını tetikledi. Resmi ilişkilerimiz Türk Parlamentosu’nun 1 Mart 2003’te ABD kuvvetlerini Türkiye üzerinden Irak’a sokma ricamızı reddetmesi üzerine ulaştığı düşük seviyeden çıktı. O günden bu yana, Ankara, Irak’ı istikrara kavuşturma çabalarımızın güçlü bir destekçisi olmuş ve özellikle Irak’ın toprak bütünlüğünü korumak başta, oradaki amaçlarımızdan vazgeçmememizi bizden istemiştir... Türkiye ve Amerika, İran’da da bir challenge ile karşı karşıyadır... Türkiye ve Amerika’nın, hala, İran konusunda bazı taktik farklılıkların üstesinden gelmeleri gerekir. İran’ın Türkiye’nin komşusu, önemli bir ticaret ortağı olduğunu her yıl Türkiye’ye bir milyon turist gönderdiğini anlıyoruz. Bununla birlikte, Türkiye’nin İran ile enerji işbirliği memorandumu imzalaması, sıkıntı vericidir. Şu dönem İran’la normal iş yapılabilir bir dönem değildir. Türkiye dahil, tüm dostlarımız ve müttefiklerimize, İran BM Güvenlik Konseyi kararlarına nükleer silah üretime varacak çalışmalarıyla meydan okumaya devam ettikçe, petrol ve gaz sektörüne yatırım yaparak İran’ı ödüllendirmekten kaçınmaları çağrısını yapıyoruz.”
Böylece, “Anglo-Amerikan desteği” ve bugün Burns’ün Ankara temaslarına damgasını vuracak hususun, “Irak konusunda işbirliği yapmak” ve “İran’la enerji işbirliğinden kaçınmak” olduğunu anlıyoruz.
*** *** ***
Türkiye’nin yeni iktidarı ile Amerika arasındaki “sorun potansiyeli” de böylece sezilebiliyor. Irak ve muhtemelen daha kuvvetli ölçüde İran konusunda.
Ama, bizce, asıl “sorun” burada değil. Türkiye’nin Amerika ya da bir başka ülkeyle Irak, İran veya herhangi bir başka konuda “farklılıkları”, Burns’ün ifade ettiği gibi “taktik ayrılıkları” olabilir. Sorun, bu da değil. Asıl sorun, Türkiye’nin bu yeni iktidarının da, kendisinden öncekiler gibi, bir “Irak ve İran stratejisi” bulunmamasında.
Ak Parti dış politika kurmayları ve Dışişleri’nin “Irak politikamız” veya “İran politikamız”a ilişkin olarak söyleyecekleri “taktik pozisyonlar”dır. Hiçbir taktik pozisyon, stratejiyi ikame edemez.
İma ve hatta ifade edilen “Anglo-Amerikan desteği”nden sonra, Ak Parti açısından, dış politika alanı gerçekten -kendi bekasını ilgilendiren- “zor tercihler” içeriyor...
Paylaş