Paylaş
Bizim "hamili kart yakinimdir" kontenjanından üne bulanmış milli şımarığımız ile, yine benzer biçimde sülale kontenjanından gelen soyadının ekmeğini ye ye bitiremeyen Paris Hanım'ın karşılaştırmaları, çapraz eşleştirmeleri, noktalı yer birleştirmeceleri almış başını gitmişken, ben de "sallana sallana" pişen bu yazıların rüzgârından nasipleneyim istedim!
Birkaç yıl öncesine kadar "Paris" denince aklımıza Champs-Elysées, Eiffel Kulesi, Louvre Müzesi, Notre Dame Bazilikası, Arc de Triomphe, Sacré-Coeur Kilisesi, Moulin Rouge, Lido, Lafayette vitrinleri ve bu listeyi ekvator çizgisini iki kez dolaşabilecek denli uzatabilecek isimler, anıtlar, müzeler, anılar gelirdi. Edith Piaf'ın insanın yüreğine cam kırıkları serpen sesinden Sous Le Ciel de Paris'i dinlemek ayrı bir keyifti. Bohem sanatçıların, Balzac'ın, Baudelaire'in Paris'i Jim Morrison'un, Yılmaz Güney'in, Oscar Wilde'ın, ölümsüz aşık-filozof Abelardus'un görkemli kabirlerine de sessiz bir sığınak olmuştu. Yine, Nietzsche, Ecce Homo'sunda (İşte İnsan), "Sanatçı olanın Avrupa'da Paris'ten gayrı yurdu olmaz" diyerek, bu eşsiz kente, belki biraz da kıskanarak, eşsiz bir övgü sunmuştu.
Kent ambleminin altında "Fluctuat Nec Negritur" - "Sallanır, ama batmaz" yazan Paris, ne trajiktir ki, tuhaf bir adaşlık ilişkisi nedeniyle, gazete sütunlarında sallanıp, yuvarlanıyor. O sütunlarda, şımarık bir veledin sonu gelmez kaprislerine her gözüm takıldığında, Parislerin en hası için yas tutasım geliyor. Hatta sadece harita üzerine gece ışıklarını biraz şehvet biraz cüretle yayan o kente değil, bin yıllar öncesinin güzeller güzeli Troyalı delikanlısı "has" Paris'e de bulaşıyor ağıtım...
Yazımızın "has oğlan"ı Paris, yine yazımızın "esas kız"ı Paris ile karşı karşıya gelecek birazdan (Hatta AZZ SOO'NA!). Dileyelim de kaderleri benzemesin!..
Greek mitolojisinde "Paris'in Seçimi" mitosu ve Troya Savaşları'nda önemli bir yeri vardır Paris'in. Büyük Troya Kralı Priamos'un en küçük oğludur. Ancak, daha doğmadan kader onun için ağlarını örmeye başlamıştır. Annesi Kraliçe Hekabe, Paris'in doğumundan birkaç gün önce bir rüya görür. Karnından çıkan bir alev topu, tüm Troya'yı yerle bir etmektedir. Hekabe, rüyasını falcılara anlatır. Falcılar, doğacak çocuğun Troya'ya lanet getireceğini, kenti yıkıma sürükleyeceğini söylerler. Tüm kraliyet ailesi korkuya kapılır ve çocuk doğduğunda O'nu İda dağına bırakırlar vahşi hayvanlar canını alsın diye. Ancak, Paris'i burada dişi bir ayı emzirir, büyütür. Bir süre sonra da, dağlarda gezinen çoban Agelos Paris'i bulur ve evlat edinir. Paris serpildikçe güzelliği iyiden iyiye artar. Ayrıca çobanlık mesleğinde de çok başarılı olur.
Paris Paris'e Karşı'nın ilk "şok" haberini burada patlatalım! 21. yüzyılın magazin şımarığı Paris de ailesi tarafından dışlanmıştır. Nasıl has oğlan Paris çobanlık mesleğini icra etmede çok başarılı ise, bizim Paris de kendini sergileme, teşhir etme işinde rakip tanımaz. Alın size ilk benzerlik!
Has oğlan Paris'in adının geçtiği önemli efsanelerden biri "Üç Güzeller" ya da "Paris'in Seçimi" olarak bilinen mitostur. Tanrıların dağı Olympos'ta bir düğün gerçekleşir. Bu düğüne çağrılmamasına çok bozulan kavga tanrıçası Eris, üzerinde "En Güzeline" yazılı bir altın elmayı düğünün orta yerine fırlatır. Baş Tanrı Zeus, elmayı kime vereceğine karar veremez, daha doğrusu vermek istemez. Elmayı karısı Hera'ya verse, diğer tanrıçalar üstüne çullanacaktır. Yok, Hera'ya vermese, karısının malum kıskançlığı kim bilir başına ne tür belalar açacaktır. Zeus da kurnazca işin içinden sıyrılır ve karar vermesi için Paris'i yargıç olarak tayin eder. Hera, Athena ve Aphrodite bu güzellik yarışmasına katılırlar ve türlü vaadlerle Paris'i kandırmaya çalışırlar. Hera, Paris'e Asya Krallığı'nı, Athena sonsuz akıl ve başarıyı, Aphrodite ise güzelliği dillere destan Spartalı Helena'nın aşkını vaad eder. Paris, altın elmayı Aphrodite'ye verir ve kızılca kıyamet bundan sonra kopar...
Varan 2! Has oğlan Paris ve esas kız Paris arasında bir benzerlik daha! Her iki Paris de ucunda dişe dokunur bir ödül olmadan harekete geçmezler. Mesela, esas kız Paris'i çağırın bakalım bir davete, düğüne... Bol sıfırlı bir çek kesmeden yapabilen varsa bunu, helal olsun; ne denir başka?..
Bizim has oğlan Paris, Aphrodite'den aldığı destekle, evli ve bir çocuk annesi güzel Helena'yı Sparta'dan kaçırır. Kadın, malum "Troy" filminde olduğu gibi Paris'in aşkından ölüp bitmemektedir aslında. Ama tanrıçayı kızdırmak istemez ve Paris'le Troya'ya gelir. Yıllar süren Troya Savaşları, bir anlamda Paris'in uçkuru yüzünden çıkmıştır mitolojideki anlatımıyla!
İşte bir benzerlik daha! Has oğlan Paris, Helena'yı Sparta'dan kaçırıp Troya'ya getirdiğinde, Helena'nın kocası kral Menelaos bunun öcünü almak için Troya'ya saldırır. Esas kız Paris de uçkurunun derdine düşüp az can yakmamıştır. Bizim Paris için de şehvetini yönlendireceği kişinin evli, bekar, bilmemkimin sevgilisi olması hiç fark etmez. Örneğin Bayan Beckham'ın hiç de uzak olmayan bir gelecekte esas kız Paris'in başına çok çorap öreceği kesindir (Bu bilgiyi bir Oracle'dan aldım; kaynağım çok sağlamdır)!
Yukarıdaki satırları bir kez daha okuyorum da... Ben en iyisi "Paris'te Son Tango"yu bir kez daha izleyeyim! Bir Gitanes yakıp koltuğuma kurulayım ve Jacques Brel'in "Jef"i anlatmasına, Jef'in sırlarını kulağıma fısıldamasına izin vereyim! Hamburger yerken araba yıkamayı meziyet sanan kopillerden uzak durayım! Bir de kamyonunun arkasına şu yazıyı yazan birini görürsem, hatalı dahi olsam hemen sollayayım ve siz de beni uyarmayın: "Kamyon çeker 10-20 ton, gönlüm çeker Paris Hilton"!..
Paylaş