YUNANİSTAN ile Türkiye’nin birbirine çok benzediğini düşünürüm hep.
Ve bu ülkeye yaptığım her yolculukta, günün birinde Türkiye’nin de AB’ye girebileceğine olan güvenim artar.
"Yunanlılar da Avrupalıysa, biz de Avrupalı sayılırız" diye düşünürüm.
Yunanistan’daki son seçim de benim için bu benzerliğin bir tekrarı oldu.
Çok eleştirilmesine rağmen Karamanlis’in iktidar partisi yine çoğunluğu kazandı.
Bir önceki seçimi kaybeden Papandreu, bir kez daha seçim kaybetti.
Birinin Erdoğan’a, diğerinin Baykal’a olan benzerliği dikkatimi çekti.
Ve benzerliğin daha da ilginci bu ülkede de soyadının Karamanlis ya da Papandreu olmasının siyasette zirvelerde yer almak için vazgeçilmez şart oluşu.
İki aile de üç kuşaktır politikanın içinde ve tepesinde.
Herhangi bir Avrupa ülkesinde dedelerin torunlarının ya da babaların çocuklarının siyasette bu kadar prim yapabilmeleri görülmüş bir durum değil.
Bir tek bizde ve Yunanistan’da olabiliyor.
Menderes ve İnönü’nün çocuklarının sırf soy isimleri nedeniyle Türk siyasetinin vazgeçilmezleri oluşu gibi!
Bazı ailelerin adeta sadece siyasetçi yetiştirmek için var olduklarını görebilmek için sıkı bir araştırmaya bile gerek yok.
Eğer Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’in çocukları olsaydı, eminim ki onlar da şu anda siyasetin tam merkezinde olurlardı.
Ecevit, ünlü şiirinde, Yunanlıyla kardeş olduğumuzu gurbete çıkınca daha iyi anlayabileceğimizi yazmıştı.
Ben siyasi tabloya bakınca da anlıyorum!
Türkiye’ye örnek ’ılımlı İslam’ ülkesi
"ILIMLI İslam ülkesi" denilerek Türkiye’ye örnek gösterilen Malezya’da oruç tutmayanları "avlamak için" özel bir birim oluşturulmuş. Bu birimin görevlileri ramazan ayında oruç tutmayanlar ve onlara servis yapmakta sakınca görmeyen lokanta ve büfelere karşı operasyonlar yürütüyorlarmış.
Bu tür yerler saat 15.00’ten önce açıldıklarında da 144 ABD Doları cezaya çarptırılıyorlarmış.
Haberi okurken Malezya’nın neden Türkiye’ye örnek "ılımlı İslam ülkesi" olarak gösterildiğini anlayamadım.
Bizde de ramazan nedeniyle resmen ilan edilmemiş bir baskının kurulmaya çalışıldığı bir sır değil.
Mesela İzmirli bir gazeteci, Gökova’daki Çamlı Köyü’nün plajına "Ramazan yasakları nedeniyle" saat 17.00’den sonra giremediğini yazıyor. Plajda günbatımını izlemek isteyen bir turistin başına da aynı durum gelmiş.
Gazeteden bir hanım arkadaşımıza da eşiyle bindiği takside, şoför tarafından "Neden örtünmek gerekiyor" konulu bir nutuk çekilmiş. "Öteki dünyada en çok açıkta kalan kollar ve başından azap çekeceği" anlatılmış.
Okuyuculardan gelen e-postalarda anlatılanları, arkadaşlarımın başından geçenlerin hepsini anlatmaya kalksam yer yetmeyecek.
Şimdilik Malezya ile aramızdaki en önemli fark "para militer din bekçilerinin ceza kesmeleri" gibi görünüyor.
Yakında o da olursa, hiç şaşırmayın!
Katillerden kahraman çıkarmak
İSMAİL Türüt’ün türküsüne yapılan ve Youtube sitesinde yayına sokulan bir video klip Hrant Dink cinayeti zanlılarına övgüler yağdırdığı için tepki çekti. Türkünün sözleri de zaten sanki bu amaçla yazılmış gibi.
Türkünün, "vatan satsa bir kişi, anında biter işi" kısmı Hrant Dink’in yerde cansız yatan vücudunun gösterildiği karenin üzerine söyleniyor.
Cinayet zanlıları O.S. ve Yasin Hayal de türkünün "söz kahramanları" arasında.
Türküsü nedeniyle eleştirilen ve "suçu övme suçunu" işlediği çok açık olan İsmail Türüt de dün Vatan’da yayımlanan röportajında şöyle diyor: "Bir Ermeni’ye çattım diye bazıları feryat ediyor."
Daha da vahim olanı son 24 saat içinde benzer kliplerin sayısının artmış olması.
Çok açık ortaya çıkıyor ki vatan millet sevgisini, katil olmakla karıştıran çok sayıda genç var aramızda.
Öyle bir toplumsal iklimimiz var ki şiddet ve şiddete özenmek en belirgin özelliğimiz haline gelmiş.
Katiller kolayca kahraman olabiliyor, arkalarından şarkılar yazılıp, klipler hazırlanabiliyor.
Böyle bir ülkede, siyasi cinayetler işlettirmek için gerçekten büyük provokasyonlara, ince hesaplanmış komplolara hiç gerek yok.
Böylesine "mümbit bir katil toprağı" haline dönüşmüş olmamız ne kadar acı.