TÜRKİYE’de kadınların geleceği tehlikede.Evet bu önümüzde somut bir tehlike olarak duruyor.
Ayşe Arman’a çok teşekkürler.
Ama ondan çok, öğrencisi olmaktan hep gurur duyduğum, hocam Profesör Şerif Mardin’e çok teşekkürler.
Çünkü Türkiye’nin geleceği üzerine bizi düşündürmeye, hem de çok ciddi düşündürmeye devam ediyor.
Önce "mahalle baskısı" denen korkutucu olguya dikkatimizi çekti.
Yani bu çağın en tehlikeli olgusuna.
Mahalli despotluğa...
* * *
Şimdi de kadınlara çok ciddi bir çağrı yapıyor.
Hürriyet Pazar’da Ayşe Arman’la yaptığı mülakatta çok açık bir ifade ile "Geleceğinizden korkun" diyor.
Evet ben de giderek bu tehlikeden korkmaya başladım.
Yanlış anlamayın.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın böyle bir despotluğu istediğini, böyle bir gizli ajandayı uygulamaya başladığını ve Türkiye’yi karanlığa götürmek istediklerini düşünmüyorum.
Onları tanıdığım için, böyle bir endişem yok.
Ama ben, onları da aşacak bir tehlikeden korkuyorum.
Tek, bir tek kişinin başlatacağı bir "dini diktatörlükten" korkuyorum.
Yani Türkiye’yi İran’dan bile beter hale getirecek bir tehlikeden.
Bütün samimiyetimle hepimizi, AKP’lileri de, türbanlı kadınları da bu tehlikeye karşı uyarmak istiyorum.
* * *
Kafamdaki kıvılcım, geçen hafta Milliyet Gazetesi’nde çıkan bir yazı ile çaktı.
Şehirlerarası otobüslerde bazı kişiler "namaz molası" istemeye başlamış.
Şimdi bazıları çıkıp şunu söylüyor:
"Canım birkaç kişi bunu yapmış ne olur?"
Sosyolog yanım, bu gerekçeye hiç ama hiç güvenmiyor.
Bütün Türkiye’den bunu yapan tek kişi bile olsa, bütün toplumu din taassubuna sokacak bir tehlike mevcuttur demektir.
Çünkü o "tek kişi" bunu "din adına" yapıyor.
Öyle yapıca hepimizin itiraz gücü bir anda kırılıyor.
Demokrasinin temeli olan itirazın bağışıklık sistemi çöküyor.
Neden mi?
Buna da bütün samimiyetimizle teşhis koyalım.
Çünkü korkuyoruz.
Çıkıp bir iki kelime etsek, küçük bir itirazda bulunsak, hemen "dinsizlikle" suçlanmaktan, bizi fanatiklere hedef yapacak manşetlerden korkuyoruz.
* * *
İtiraf edelim, söz konusu din, hele hele İslam dini olunca hepimiz bu fanatizmden ürküyoruz.
Bir otobüste 40 kişi olsak da, o bir kişinin yarattığı diktatörlük hepimizi sindiriyor.
İşte bu nedenle, çok istediğim halde, üniversitede türbanın serbest bırakılmasını bütün gücümle savunamıyorum.
Çünkü biliyorum ki, o serbesiyet, Anadolu’nun bazı kasabalarında, şehirlerinde, birileri tarafından "mecburiyet" haline getirilecek ve genç kızlar bu istibdat altında kaybolup gidecektir.
Ki, aynı endişeyi eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin de paylaşıyor ve tehlikeye dikkat çekiyor.
Ve bu endişe giderek "makul akıl" insanlarının ortak düşüncesi haline geliyor.
* * *
Demokrasiyi koruma refleksimiz bugüne kadar hep, hak ve özgürlükleri askeri darbelere karşı koruma fikri üzerine kuruldu.
Yani bireyi koruma refleksimiz gelişti.
Peki ya bizleri, hepimizi despot bireylere karşı koruma refleksi?
Yani ramazanda içkimize müdahale eden, otobüs yolcularını namaz molasına zorlayan, ilerde muhtemelen Anadolu kızlarını üniversiteye türbansız sokmayacak zorbalığa karşı ne yapacağız?
* * *
Size şunu söyleyeyim.
O despotizm çoğumuzu askerden çok korkutuyor.
Hepimiz hissediyoruz ki, askerinkinde hapis var, ama ötekinde cinayet...
Biri geliyor ve sonra kendi isteğiyle gidiyor.
Öteki gelirse bir daha gitmeyecek.
Şerif Mardin hepimizi uyarıyor.
Ama emin olun bu uyarı bizden çok anayasa taslağı hazırlayan AKP’yi ilgilendiriyor.
Çünkü artık onlara asıl tehdit bu cenahtan gelecek.
Demokrasiyi bekleyen asıl darbe tehlikesi artık budur...