Masanın üzerinde birazdan sahiplerini bulacak ödüller dizili.
Yaklaşık on beş adet.
Bodrum Kempinski Oteli’nin havuza açılan salonunda, U.S. Marin’in Türkiye’de ilk kez düzenlediği ödül törenindeyiz. Tekneden, tekne işlerinden tek kelime anlamayan ben, ön sıraya oturmuş kim ne ödül alacak heyecanına kapılmışım. Şili’den Alejandro bilmem kim... Şak şak. Sydney’den Mister Wesley. Gene şak şak şak. Helsinki’den Güney Afrika’ya; Meksika’dan Tayvan’a dünyanın dört bir yanından gelen iki yüz kişi Kempinski’nin kırmızı halılı büyük salonunda ödül heyecanıyla bekleşiyor. Gözlerini masada sıralanan kutucuklardan alamazken, bir yandan da ön sırada herkesi avuçlarını paralayarak alkışlayan yabancı kadınla, gelen gidenin fotoğrafını çeken esmer adama yan gözle bakıyorlar. Her ikimizi de tanımadıkları kesin.
Murat’ın boynunda sallanan kimlik kartında sadece adı yazılı: Murat İremgül. Tanımayan kendini Boğaz köprüsünden atsın misali, ne başka bir söz, ne de başka bir açıklama. Ben büyücek bir Bayliner teknesinden inip rıhtıma adım attığımda takmam için verilen o kartı da odada unuttuğum için iyiden iyiye "Bayan Hiçkimse"yim.
Oysa oradaki iki yüz kişi yıllardır, yılda bir kez bile olsa bir araya gelen, benzer iş yaptıklarından olsa gerek birbirlerini aynı ailenin fertleri olarak gören insanlar... Varları, yokları, düşleri, dünyaları, deniz. Daha doğrusu tekneler... Küçük ve hızlı, büyük ve tumturaklı tekneler.
Mikrofonun başındaki Amerikalı, ödül alanları kısa cümlelerle tanıtıyor: Şili’den gelen zat, içinde yedi lokantası, beş plajı, akla gelebilecek tüm su sporlarını barındıran tesislerinde U.S. Marin tekneleri sattığı için dünyadaki en iyi showroom ödülünü alıyor. İsrail’den gelen bir diğeri şirketin yirmi yedi yıllık sadık temsilcisi olduğu için, Volga’dan gelen bir grup, organize ettikleri nehir yolculukları dünya basınında yankı uyandırdığı için, adı sadece sessiz harflerden oluşan Finli ise Baltık denizine açılmak isteyenlerin birinci tercih olarak Bayliner’ı seçmelerini sağladığı için, velhasıl hepsi dünya denizlerinde tekne satıp şirkete para kazandırdıkları için ödüllendiriliyor.
Bizim "Büyük Murat" ile orada bulunmamızın nedeni ise Türk firması Tekno Marin’in atom karıncası "Küçük Murat"ın, yani Murat Bekiroğlu’nun, ödül alıp alamayacağını yerinde izleyip, onun adına sevinmek. Ama mikrofonun başındaki Amerikalı birbiri ardına isimleri sayıyor, masanın üzerindeki kutucuklar azalıyor. İçimize kurt düşmüyor değil. Her anons sonrası, gene olmadı, der gibi hüsranla bakışıyor ve ayıp olmasın diye diğerlerini deli gibi alkışlıyoruz. Ödülünü almaya gelenler kısa bir teşekkür konuşması yapıp, sonradan başkan olduğunu öğrendiğim, herkesi aynı gülümsemeyle kucaklama başarısı gösteren zatın yanına gidip fotoğrafa duruyor. Bir iki üç... On, on beş... Ne alınacak ne de verilecek ödül kaldı derken... Murat’ın adı anons ediliyor. Adını duyar duymaz öyle alkışlamaya başlıyorum ki ne ödülünü aldığını bile duyamıyorum.
Sonradan "en kısa sürede büyüyen şirket" ödülünü aldığını öğreneceğim. Geniş gülümsemeli başkan, Murat’a ödülünü verirken böylesine güzel bir organizasyonu gerçekleştirdiği için teşekkür etmeyi de unutmuyor. Tamam, iki yüz kişiyi ağırlamak kolay değil; ama Kempinski Oteli bu tür ağırlama işlerini kolaylıkla kotarabilen bir otel. O kadar da üstünde durmuyorum.
Sonra Murat’la konuşurken işin o kadar da kolay olmadığını, her yıl dünyanın farklı bir köşesinde yapılan bu törenin bu yıl Türkiye’de yapılabilmesi için deveye hendek atlatılması gerektiğini öğreniyorum.
Niye mi?
Neymiş efendim, Türkiye güvenli bir ülke değilmiş. Az buz hık mık edilmemiş. Ciddi ciddi zırhlı araba tahsisinden, korumalara kadar yığınla istek dillendirilmiş. Murat bir yıl boyunca adamların ön yargılarıyla boğuşup sonunda onları Türkiye’nin hiç de sandıkları ülke olmadığına ikna ettiğinde asıl işinin bundan sonra başladığını görüp kolları sıvamış. Tek derdi, diğer ülkelerde sayısız kez katıldığı toplantılardan daha güzel, daha tıkır tıkır işleyen, konukları daha oyalayacak bir program kotarmak olmuş.
Öyledir ya, insanı hırs basar. Murat’ı da anlaşılan hırs basmış. Konukların hemen hepsinin attığı sevinç çığlıklarına, yüzleri kaplayan gülücüklere, önlerine gelen yemeklere iştahla yumulmalarına, kıvrak müzik eşliğinde kıvıran dansözün yuvarlak kalçalarına hesaplamadan para yapıştırmalarına bakılırsa bunu başarmış da.
Gerçekten de tıkır tıkır işleyen şıkır şıkır bir programdı. Benim görebildiğim tek aksaklık olmadan yapıldı, bitti.
Sürpriz yaşamayı sevmeyenlere biçilmiş kaftan
Kempinski’yi bilenler bilir. Bodrum’un nispeten daha az gelişmiş koylarından Barboros Bay’de birkaç yıl önce kurulan bol yıldızlı bir otel. Koy gerçekten nefis. Otel lüks. Bana göre değil ama lüks. Odaların hepsi o güzelim koya nazır. Plajı sessiz, sakin. Havuzu büyük, cıvıltılı. Geçen yıl genel müdürünün davetlisi olarak otelin içinde açılan Vietnam lokantasına gidip enfes yemekler yemişliğim, resmi açılışını henüz yapmadığı yıl gidip plajına serilmişliğim, yaz aylarını geçirmek için kiraladıkları dairelerinde arkadaşlarımı ziyaret etmişliğim var ama o kadar. Bu kez konakladım da. İyi miydi, evet. Ne de olsa bol yıldızlı büyük bir otel. Kempinski de tıpkı bol yıldızlı diğerleri gibi dünyanın neresinde olursa olsun konuklarına hep aynı çizgiyi sunmayı farz sayan otellerden. Ha o ülke ha bu fark etmeyen nereye giderseniz gidin aynı kaliteyi bulacağınızdan emin olduğunuz otel zincirlerinden. Her ne kadar benim tercihim daha özellikli daha kendi damgasını vuran otellerden yana olsa da gittikleri yerde sürpriz yaşamayı sevmeyenler için, Kempinski biçilmiş kaftan.
GÜLE GÜLE KULLANSINLAR Davetin esbabı mucibesi olan teknelere gelince... Ne diyeyim bilmem ki? Bindik, gezdik, sert rüzgarları önümüze kattığımız sabah saatlerinde olsun, dingin gün batımlarında olsun sarsılmadan, içimiz dışımıza çıkmadan, yağ üzerinde kayar gibi yol aldık ama bundan ötesini söyleyemem. Ben, ne yalan, Cemal Süreya’nın anlattığı tiplerdenim! Deniz yollarının armasının bile toprakçıl çapaya benzediği deniz kaçkını bir ülkenin insanlarından biri.. Diğerlerinin yalancısıyım! Pek kullanışlı, pek rahat ve makul paralara satılan güzel teknelermiş Bay Liner’lar. Ne denir? Güle güle kullansınlar.