BİR haftadır Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Prof.Dr. Nuri Bilgin’in kısa bir notla gönderdiği kitap elimden düşmüyor.
2002’de vefat eden Prof. Dr. Tunca Kortantamer’in Temmuzda Kar Satmak - Geçişten Günümüze Örnekleriyle Türk Mizahı kitabı.
Fatih Ülken - Şerife Yalçınkaya yayıma hazırlamışlar.
Sunuş’ta kitabın niteliği üzerine notlar var:
"... edebiyat geleneğimiz geçmişten bugüne mizahın farklı görüntüleriyle çeşitlenmiştir.
Tunca Kortantamer bu çeşitliliğin gün yüzüne çıkarılması gerekliliğini sürekli vurgulayan bir akademisyendi.
Kitap iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda hocamız Tunca Kortantamer’in Türk mizahının tarihi gelişimini ele aldığı akademik yazıları, ikinci kısımda ise 1997 yılı boyunca TRT İzmir Radyosu’nda her hafta yayınlanan Edebiyatımızda Mizah köşesi için hazırladığı konuşmaları yer almaktadır.
Kitap yayım aşamasına hocamızın her zaman akademik kimliğine çok önem verdiği yakın dostu Prof.Dr. Nuri Bilgin’in çabaları ile geldi."
Kortantamer’in kitabı severek yazdığı her satırda kendini gösteriyor. Bu yargıya nereden vardığımı sorarsanız, Sunuş’ta sözü edilen Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1999 yılı mezunlarının hatıra kitabına yazdığı Önsöz.
"Çocuklar,
Sizinle tanışmadık. Yalnız seçimli dersime gelen arkadaşlarınızı tanıyorum. Artık müşterisi olmayan bir edebiyatı araştırıyorum, Eski Türk Edebiyatı’nı. Bu nedenle kendimi Mevláná’nın şu mısralarındaki adama benzetiyorum:
’Sen aldanış yurdunda, temmuz ayında Nişabur’da kar satan kişi gibisin’
Nasıl yaşadığımı soranlara Mevláná’dan esinlenerek cevap veriyorum:
’Sabun gibi durmadan ufalarak.’
Kitabın adı Temmuzda Kar Satmak buradan geliyor.
Bu edebiyatın en seçkin parçalarıyla alçakgönüllü bir kişilik tablosu çizen çok etkileyici bir yazı. Onu okuduktan sonra, bu kitabın kendisini hiçleyen biri tarafından yazılmış olduğunu anlayıp daha çok seveceksiniz.
Genel Anlamıyla Mizah bölümü, bazı deyimlerin boyutunu, örneklerle bize tanıtıyor. Örnekler, yerginin en sertinin en iyi mizahla gerçekleştirildiğini gösteriyor.
Tarih İçinde Mizah’ı okuduğunuzda, iktidarın da, despotların da durumlarının aynı olduğunu, yerenlerin, eleştirenlerin de hep kötü karşılandığını görünce, bu kitabı okumanın bize nasıl bir mizah bilgisi ve bilinci kazandırdığını farkedeceksiniz.
Diğer başlıkları yazınca; sınıflamanın mizahın önemini vurguladığını kabulleniyoruz:
Toplumsal İçerikli Yergide Mizah, Mizahın Eğitim İçerisindeki Rolü, Mizahi Hayvan Hikáyeleri, Şehir ve Mizah, Letáifnameler, Gündelik Hayatta Mizah, Fıkralar, Sarayda Mizah, Kara Mizah.
Daha çok kaynağa ulaşmak istiyorsanız, kitabın sonundaki Bibliyografya’ya başvurabilirsiniz.
Adaletle dürüstlüğe, siyasetle mizah ilişkisine her yerde rastlıyorsunuz, dünle bugünü karşılaştırabilirsiniz. Ne yazık ki, bugün kabalığın zekánın önüne geçtiğini söyleyebilirim, umarım siz de bu görüşüme katılacaksınız.
Kitapta kimler yer alıyor? Şair Eşref’ten Aziz Nesin’e kadar geniş bir mizahçılar galerisi.
İslámiyette mizah var mı? Başka dinlerde durum nedir? Cevaplarını bulabileceğiniz sorular.
Mevláná’nın güldürücü hikáyeleri hangileri? Onların hepsi de bugünü anlatıyor. Adaletten umursamazlığa kadar.
En kötü dönemlerde, en sıkı rejimlerde bile önlenemeyen, susturulamayan en önemli unsurun mizah olduğunu, insanların birbirini yermede zekálarını nasıl kılıç gibi kullandıklarını zevkle okuyacaksınız.
Öyle hoş örnekler var ki...
Sözgelimi, adalet nedir? diye mi soruyorsunuz, tilkinin paylaştırma hikáyesini okuyun.
Sizi zehirleyen emiri ölürken bile nasıl alt edebilirsiniz?
Umberto Eco’nun Gülün Adı kitabında papaz hangi kitabı niçin yok etti?
Hayvanlar mizahta kimleri temsil ediyor?
Her zaman hepimiz bu gibi soruları kendimize ya da başkalarına sormuşuzdur.
Mizah tarihi kitaplarını okumaktan çok zevk alırım. Birkaç nedeni vardır: Önce zekánın vardığı durakları, dorukları dile getiren örneklerle doludur bu tür kitaplar. İnsanların neye güldüklerini izleyerek, bu türün değişimini, gelişimini öğrenirim. Kabalaşmadan, hakaret etmeden en sert yergilerin yapılacağını bu tarihin içinde bulurum.
Başkalarıyla dalga geçmeleri, sarakaya almaları insanı bir özeleştiriye götürür.
Temmuzda Kar Satmak’ı okuduktan sonra, alçakgönüllük üzerine yeniden düşünme gereği hissedeceksiniz, kasılmadan vazgeçeceksiniz, gülmeyi öğreneceksiniz. Önce kendinize.
Mutlaka kitaplığınızda bulundurun, sayfalarını sıkça açacaksınız.
OSMANLI’DA MİZAH
Osmanlı Döneminin mizahtan söz eden, mizah hakkında fikir yürüten, mizahın nasıl olması gerektiği konusunda teorik görüşler ileri süren bütün yazılı eserlerinde ortaya çıkan ideal modelin, günümüz moda sözleri ile ifade edilirse, bir bakıma Osmanlı resmii ideolojisindeki mizah anlayışının büyük ölçüde dışına taşarak var olan Türk mizahı gelişmesini bu dini, ahlaki terbiyevi betimlemelere fazla aldırmadan sürdürmüştür.
SARAYDA
MİZAH
II. Mahmut bir şey okuyacağı zaman ara sıra gözlük kullanırmış. Bir gün gözlüğünü başına kaldırmış. Orada unutmuş. Sonra ihtiyacı olmuş. Aramış, taramış bulamamış. Çok kızmış, söylenmeye, ortalığı kırıp geçirmeye başlamış. Öylesine öfkelenmiş ki, kimse "Gözlük başınızın üstünde!" demeye cesaret edemiyormuş. Sonunda hemen Sait Efendi’yi bulup bu işe çözüm bulmasını istemişler. Sait Efendi gelmiş. Sultan onu görünce "Hah Sait!" demiş. "Bak şunlara bir gözlüğü bulamıyorlar!" Sait Efendi son derece sakin, "Efendimiz!" demiş; "Siz şimdilik şu başınızın üstündekiyle idare edin de biz yine gözlüğü aramaya devam edelim!"
KLASİK EDEBİYATTA MİZAH
Bugün geriye dönerek baktığımızda ahlakçıların çizdiği genel çerçevenin ideal bir model olarak yaygınlık kazandığı açıkça görülmektedir. Söz gelişi İbni Miskeveyh şakayı ölçülü olmak kaydıyla kabul eder, alayı kesinlikle reddeder. Ona göre alay terbiyesiz, maskara, gayriciddi insanın harcıdır. Alay edenle alay edilir. Bu, katlanmayı, yani küçümsenmek ve aşağılanmaya razı olmayı getirir. Şakada tehlikeler de vardır. Duracak yeri bilmek zordur. Bundan dolayı öfke, kin doğabilir, kavga çıkabilir.
Gazáli bir adım daha ileri giderek alayı haram ve günah olarak niteler. Ona göre alay etmek fena bir huydur, büyük afettir. Çünkü başkasına hakareti ve küçümsemeyi içerir. Bu insana eziyettir. Eziyet ise haramdır. Ayrıca alay zaten gıybete yakındır. Alaycılar cennete giremez. Cennet kapısı açılır, cennet gösterilir, sonra yüzlerine kapanır. (...)
İdeal model olarak bu çerçevenin hemen hemen bütün Osmanlı terbiyevi eserlerinde kabul gördüğünü biliyoruz. Söz gelişi 15. Yüzyıl’da Mercimek Ahmet çevirisindeki Kabusnáme’de konu şöyle ele alınır: Sarhoşlarla, oyun oynayanlarla şaka yapmamalı, küfürlü şakalardan kaçınılmalıdır; çünkü sonunda kavga çıkma tehlikesi vardır. Latife iyi, temiz ve hünerli olmalıdır. İş bir savaşa dönüştürülmemelidir.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
YUSUF VE KARDEŞLERİThomas MannTürkçesi: Zeki Cemil ArdaHece Yayınları
İNSAN ÇATLATAN HAYVAN ÖYKÜLERİHannah TintiTürkçesi: Hikmet HükümenoğluEverest Yayınları
CAHİDE SONKUPeçete Káğıdındaki AnılarAgáh Özgüç+1 Kitap