Yılanlar ve melekler

1996 baharı. Kaliforniya Üniversitesi Berkeley kampüsündeyim.

Kuzey-doğu yönündeki tepenin üzerinde, kadın misafir öğretim üyelerine ayrılan, 1923 yapımı, boyu kadar ağaçların arasına gömülmüş, ahşap evin üst katındaki bir odaya yerleşmişim. Genellikle, gecenin ilerleyen saatlerine dek çalışıyorum. Odaya dönmem 2’yi 3’ü buluyor.

Bir sabah, evin temizlik işlerinden sorumlu bayan Rita ile sahanlıkta karşılaşıyorum. "Atasoy, hay serpientes aqui" diyor. Çene çalmaya hiç niyetim yok. "Gracias" diye kestirip atıyorum. "Ne yılanı yahu, kampüste yılan mı olur? Herhalde evin hemen arkasındaki ağaçlık bölgeden söz ediyor" diye düşünüyorum.

Rita’nın yılanlarının, bildiğimiz yılanlar olmadığını bir rastlantıyla öğreniyorum. Berkeley polis karakolunun amiri Patrick Carroll, üniversite güvenliği üzerine muhabbet ettiğimiz sırada, bir çalışanın 7 yaşındaki kızının ırzına geçilip, öldürüldüğünden söz ediyor. "Megan Yasası uyarınca hazırlanan listeleri izleseydi, mahallesindeki yılanı bilirdi" diyor. Yılanların, cezasını çektikten sonra topluma karışan pedofiller olduğunu anlıyorum.

Kelebek peşindeki kız

Karanlık olmak üzereydi. Sedirin üzerinde uyuklamakta olan Bayan Kanka gözlerini açtı, küçük kızına seslendi, cevap alamadı. Anneler hep kötüyü düşünür. Telaş içinde dışarıya fırladı, komşuların kapısını teker teker çalmaya başladı. Kayda değer hiç bir suçun işlenmediği, huzur ve güven içinde bir kasabaydı onlarınki. "Merak etme, yine kelebek kovalamaya dalmıştır, şimdi çıkagelir" diye teselli etmeye çalışanlar çoğunluktaydı.

Bayan Kanka’ya en çok yardım eden, karşı komşusu oldu. Hani o, bir süredir iki erkek arkadaşıyla birlikte, iki katlı, bahçe içindeki evde kirada oturan, gözlükleri yüzüne büyük gelen, patates suratlı, ufak tefek adam var ya, işte o. Sarı saçları omuzlarına dökülen 7 yaşındaki küçük Megan’ın fotoğrafını eline almış, kaygısı giderek artan annenin peşinde, bir o yana, bir bu yana koşuşturuyordu. "6.30 ile 7.00 arasında, kapımın önünde, yeni aldığım tekneyi yıkıyordum. Bisikleti üzerinden bana el sallayıp uzaklaştı." diye anlatıyordu. O kargaşa içinde, yardımsever komşunun sol eli üzerindeki diş izlerini, kimse fark etmedi.

Gece haberleri, "Ben de ünlü olayım" hevesine kapılmış mahallelinin, ara sıra duyulan siren sesleri eşliğinde, polis otosu ışıklarının bir kan kırmızıya, bir laciverde boyadığı bir suratla verdiği, duygu yüklü beyanatlarla doluydu. Çocuğun kayboluşunun üzerinden saatler geçmiş, helikopter gürültüsü, iz süren köpek havlaması azalmıştı ve gecenin karanlığında, ellerinde fenerlerle çevreyi tarayan 300 kadar polis, itfaiyeci ve gönüllü, çocuğu canlı bulacağından ümidi kesmiş gibiydi.

BİR EVDE ÜÇ PEDOFİL

"Galiba bulduk" dedi, soruşturmanın sorumlusu dedektif Pukenas, "Karşı evde oturan üç heriften, adı Cifelli olanı, bir sübyancıymış. Arama izni çıkartın". Pukenas yanılıyordu. Karşı evde bir değil, iki değil, tam üç pedofil oturmaktaydı ve bunlardan biri, acılı annenin eteğinden ayrılmayan patates suratlı, büyük gözlüklü, yardımsever adamdı.

Evin ilk aranmasında kuşkulanacak hiç bir şeye rastlanmadı. Üç bekar erkeğin birarada oturduğu bir evde, açık saçık dergiler, porno kasetler, büyük beden kadın iç çamaşırları var diye, kimse suçlanamazdı elbette.

Erkeklerden ikisi, akşamın sekizine dek nerelerde olduklarını, alışveriş faturaları ile açıklayabiliyorlardı. Çocuğu akşamüstü gördüğünü söyleyen yardımsever adamın biraz huzursuz ve sinirli olması, olağan karşılandı. Bahçedeki hafif amonyak kokusu, idrar sanıldı. Ah tabii, bir de çamaşır makinesinde dönüp durmakta olan kahverengi battaniye var ki, onu kimse farketmedi.

"O evde bir iş var" dedi dedektif Pukenas, "Şu çocuğu gördüğünü söyleyen adamı merkeze getirin, arabasını ve teknesini de iyice arayın."

Yardımsever adamın, merkezdeki sorgusu sabaha karşı başladı. İki kez yalan makinesine bağlandı. Ertesi gün akşama doğru Pukenas, "Söyle, onu canlı bulabilme umudumuz var mı?" diye sorduğunda, "Hayır" diye cevap verdi. "Başına geçirdiğim poşetin üzerinden boynunu kemerle sıktım, mutlaka ölmüştür." "Kemer nerede?" diye sordu Pukenas, "Odamda" cevabını aldı.

İKRAR VAR, DELİL ÇOK

Karşı komşunun, "Sana yavru köpekler göstereceğim" diyerek küçük kızı eve sokmasının, üst kattaki odasında ırzına geçerken, kanayan dudağından yere kan damlamasın diye başına poşet geçirmesinin, poşet çıkmasın diye kemeriyle sıkmasının, ardından bir ahşap sandığa koyduğu küçük bedeni, arabasının bagajında 30 kilometre ötedeki çalılığa götürüp atmasının şaşırtıcı bir yanı yok. Çok daha acımasızları defalarca denenmiş; defalarca denenecek ve genellikle ölümle souçlanacak eylemler bunlar.

Adli dişhekimi Dr. Haskell Askin, elinin üzerindeki ısırık izlerinin küçük kıza ait olduğunu kanıtlamış, otopsiyi yapan Dr. Raafat Ahmad, kızın boynundaki izlerin, adamın odasında bulunan deri kemerle oluşabileceğini bildirmiş, anal ve vajinal ırza geçmenin, elle boğmanın, halı üzerinde sürüklenmenin izlerini bulmuş, kesin ölüm nedenini, boğazın deri kemerle sıkılmasına bağlamış ve kızın 3-4 dakika içinde havasızlıktan öldüğünü bildirmişti. Bu bulgular da, Megan cinayetini, diğer binlercesinden farklı kılmıyor.

Katil, kanlanan kahverengi battaniyeyi yıkamış, iz süren köpekleri şaşırtmak için kızın basması muhtemel yerleri amonyakla silmişti ama, oda ve arabasındaki 30 tel saç, kızınkileri tutuyordu. Hem bir çöp tenekesinden çıkan şortta, hem de odanın zeminine serili halıda, ayrıca deri kemerde bulunan kan lekeleri, küçük kıza aitti. Cesedin üzerindeki lifler kahverengi battaniyeyi, göğsündeki bir pübik kıl, adamı tutuyordu. Vajinal ve anal sürüntüden DNA elde edilememiş, bu nedenle fail ile mağdur arasında doğrudan bir ilişki kurulamamış olsa da, ikrarı destekleyecek pek çok bilimsel delile ulaşılmıştı.

Megan Kanka’nın öldürüldüğü tarihte, yani 13 yıl öncesinde, birisi suçu ikrar ettiğinde, böylesine çok sayıda delile pek ihtiyaç duyulmazdı. O gün için belki istisna ama, günümüzde bunlar olağan. Çünkü "Karakolda söyler, mahkemede şaşar" sürpriziyle karşılaşmak istemeyen polis ve savcılar, suçu, bilimsel delillerle kanıtlamaya özen gösteriyorlar.

KOMŞUM YILAN MI?

Ancak, küçük Megan cinayetini, diğerlerinden farklı kılan önemli bir ayrıntı var. Acılı annenin, "Komşudaki yılanı bilmek hakkımdı. Polis, sokağımda bir pedofil oturduğunu söyleseydi, önlem alırdım. Kızım da ölmezdi" diyerek yola düştüğü, bir hafta içinde yarım milyon insanı peşine kattığı, önce kendi eyaleti New Jersey’de, sonra ülke genelinde ünlü Megan Yasası’nın çıkmasını sağladığı bir ayrıntı bu. Gerçi Megan Yasası, kızın ölümünden, yani 29 Temmuz 1994’ten önce çıkmış olsaydı bile, patates yüzlü, gözlükleri yüzüne büyük gelen adamı kapsamayacaktı.

Evet, bir pedofildi, üstelik bu nedenle iki kez toplam 6 yıl hapis bile yatmıştı, ancak işlediği suçların tipi, onu "toplum için ciddi tehdit" kategorisine sokmadığından, evvelki suçlarının, fotoğrafının, fiziksel özelliklerinin, oturduğu evin adresinin, yasanın öngördüğü biçimde başta internet olmak üzere her türlü iletişim olanağı kullanılarak toplumla paylaşılmasını öngörmüyordu.

KATİLİN PROFİLİ

Patates yüzlü, büyük gözlüklü adamın adı Jesse’ydi. Soyadı pek bir garipti, Timmendequas. Bu kızılderili adını çağrıştıran soyadını babası almıştı. Alkolik annesinin bu adamdan iki oğlu olmuştu, Jesse ve ondan 1 yıl sonra doğan Paul. İnanmayacaksınız ama kadının, her biri farklı babalardan olma, hepsi de Jesse’den büyük, yetimhanelere bıraktığı 8 çocuğu daha vardı. Megan Kanka cinayetinin duruşma safhasında Jesse, biri savcılığın, diğeri savunmanın gösterdiği iki psikiyatri uzmanı tarafından muayene edildi. Kardeşi Paul, mahkemenin dinlediği kişiler arasında yer aldı.

Aylar süren yargılama sırasında insanlar, kabustan öte bir yaşamın tüm çirkinliklerine tanık oldular. Birkaç kez cezaevine girip çıkmış alkolik babanın, oğlunu kemerle, kayışla, askıyla nasıl dövdüğünü, köpeğini boğup, kedisinin başını nasıl koparttığını, tavşanını nasıl öldürüp, yemeğe zorladığını öğrendiler. Sadece bunları mı, 7-8 yaşlarındaki oğullarına, komşu kıza tecavüz edişini nasıl zorla seyrettirdiğini, hatta küçük kardeşinin önünde Jesse’nin nasıl ırzına geçtiğini de.

Jesse, 5 yaşındaki bir kızı tacizden 9 ay hapis cezası aldığında, 18 yaşındaydı. Hapisten çıkar çıkmaz 7 yaşında bir kız çocuğuna saldırdı ve bir yandan yeni cezasını çekmek, diğer yandan tedavi edilmek üzere demir parmaklıkların ardına döndü. Salıverilmesini izleyen 10 yıl boyunca, güvenlik birimleriyle karşı karşıya gelecek hiç bir suça bulaşmadı. 29 Temmuz 1994 akşamı, bisikletli kızı gördü. Halen, Trenton’daki New Jersey eyalet cezaevinde idamını bekliyor.

Üç pedofilin oturduğu evi Hamilton Rotary Kulübü satın aldı, yıktı, yerine bir park yaptı, ortasına da bir melek heykeli dikti.

Cezaevi doktoru, Enis’in tecavüzcüsünün cebine, tahliye olurken viagra koymuş

Fırsat buldukça, Amerika’daki cinsel suç faillerinin gerçek ad ve takma adlarının, fotoğraflarının, mahkum oldukları suç ya da suçların niteliğininin, iz ve dövmelerinin yer aldığı listeleri incelerim. Zaman zaman kendimi, bu suç işlemiş ve cezasını çekmiş kişilerin yerine kor, onların çocukluklarını düşünür, fotoğraflarındaki gözlere dakikalarca bakar, damgalanma ve dışlanmanın üzüntüsünü, parklarda, okul çevrelerinde dolaşamamanın, iş bulamamanın sıkıntısını, "belki tanıyan çıkar" diye kalabalık yerlerden uzak durmanın, giderek içine kapanmanın çöküntüsünü yaşarım.

Hatta, internette ad ve adresini bulduğu iki eski mahkumu tek kurşunla öldüren, sonra intihar eden 20 yaşındaki Stephen Marshall gibilerinin nefesini ensemde hissederim.

Hemen ardından, mağdurların acısı kor gibi düşer içime, hıçkıran kadınların, ağlayan çocukların seslerini duyarım, sonsuza dek susturulurken neler yaşadıkları geçer gözümün önünden, bir Amerikalı tarafından evlat edinilen 4 yaşındaki yetim Rus kızı Mariya Nikolaevna Yaşenkova’nın, 5 yıl boyunca istismar edilirken çekilen fotoğraflarının, hala dünyanın dört bir tarafındaki milyonlarca internet kullanıcısı tarafından seyredildiğini öğrenir, isyan ederim. Sadece Amerika’da, evvelce çocuklara cinsel saldırıda bulunmuş 1 milyona yakın kişiden 100 bininin izinin kaybedildiğini bilir, dünyadaki boyutunun ne olacağını hesaplamaya çalışır, ürperirim.

İşte bu nedenle, bir tek çocuğu kurtarabilme pahasına, insan hakları savunucularına kulaklarımı tıkarım. Çocuk yuvası, okul, bakımevi, izci kuruluşu, küçüklere yönelik spor kulübü ve kurslara, çalışmak üzere başvuranların geçmişini, kolay, ucuz ve güvenilir biçimde sorgulayabilmenin gerektiğine, ailelerin, kiraladıkları evin çevresinde bir pedofilin oturup oturmadığını öğrenmeye hakkı olduğuna inanırım.

Bir adım daha da ileri giderek, çocuklara yönelik suç işlemiş olanların, DNA’larının bankalanmasını, zorunlu tedaviye rıza göstermedikleri takdirde, hürriyetlerine kavuşamamalarını ve serbest kaldıklarında, hareketlerinin, GPS (Global Positioning System; Küresel Konumlandırma Sistemi) ile izlenmesini isterim.

Gelin görün ki, dünya henüz bu önlemlerden çok uzakta. Yoksa, geçen çarşamba (15 Ağustos 2007) günü, Fransa’nın kuzeyindeki Roubaix’de çalışan Mustafa Kocakurt’un, 5 yaşındaki oğlu Enis’i, evine 50 metre uzakta oynarken kaçıran ve defalarca ırzına geçen 61 yaşındaki Francis Evrard’ı, çocukların ırzına geçtiği için aldığı 27 yıllık hapis cezasının, 18. yılında salıverirler miydi? Bu yetmiyormuş gibi, cezaevi doktoru, sertleşme sorunu olmasına acıyıp, cebine bir kutu Sildenafil sitrat, nam-ı diğer Viagra koyar mıydı?
Yazarın Tüm Yazıları