Sayıştay rezaleti

ÖNCEKİ gün Sayıştay’ın kuruluşunun 145. yıldönümü töreni yapılıyor. Gazeteciler orada. Ev sahibi Sayıştay. Hükümetin hiç hoşlanmadığı üç televizyon kanalının muhabirleri törene alınmadı. Kanal-B, ART ve Kanal Türk. Onları içeri sokmayanlar, Başbakan adına korumaları!

Başbakan bir yandan göz boyamaca nutukları atıp "demokrasi, özgürlükler" falan diyor, öbür yanda ise hükümeti eleştiren üç televizyon kanalında görevli gazeteci arkadaşlarımızı, hem de kendisinin ev sahibi olmadığı törene aldırtmıyor.

Başka bir ülkede olsa kıyamet kopar. O gazetecilere sarı basın kartlarını veren Başbakanlık... Ve onların görev yapmasına engel olan, kapıdan çeviren yine Başbakanlık.

* * *

Sayıştay üyelerini Meclis seçiyor. AKP çoğunluğu, Sayıştay tarafından gösterilen adaylar AKP’li değil diye, tam 1.5 yıldan bu yana Sayıştay’a üye seçimini yaptırmıyor. Oysa önceki gün, boşalan RTÜK üyelikleri için seçim derhal yapıldı. Elbette yapılacak, doğrusu budur. O halde Sayıştay niçin 1.5 yıldır bekletiliyor?

Bizim insanlarımızın bazıları, en yüksek makamlara bile gelmiş olsalar, ne yazık ki sinik ve tepkisiz oluyor. Törende konuşma yapan Sayıştay Başkanı, başında olduğu kuruluşun bu çok önemli sorununu kürsüden -Başbakan’ın karşısında- dile getiremedi.

Neden korkuyor, neden çekiniyor? Bu tepkisizlik, duyarsızlık niçin?

Başkan Bey AKP’li olabilir, onlara çok yakın durabilir... Ve öyle! İyi de, kendi kişisel görüşlerini, başında olduğu kurumun sorunlarından ayrı tutmayı bilmesi gerekir.

HERKESE POSTA KOYUYOR

Başbakan ikinci kez Anayasa Mahkemesi’ni doğrudan suçladı. Birkaç gün önce "Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı demokrasiye sıkılmış kurşundur... Tarih bu kararı alanları hep yargılayacaktır" demişti.

Önceki gün daha net konuştu!

"Bu karar yargı için talihsizliktir, yüz kızartıcıdır. Bu karar dayatmayla verilmiştir."

Kimin dayatmasıyla? Dikkat ediniz, fırsat bulunca bütün yargıyı suçluyor, töhmet altına sokmaya yelteniyor. Bu sözleri ağır suç oluşturur. Kararın dayatma ile verildiği gibi iddialarını kanıtlamakla yükümlüdür.

Dünyanın hiçbir ülkesinde bir başbakan, yargı kararları için böyle konuşamaz.

Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Henüz "devlet adamı" olamadığı için rastgele, bilmeden, anlamadan, kafadan konuşuyor. Sinirlenince ne dediğini şaşırıyor. Vatandaşı "Al ananı git" diye kovuyor, şehitlerimiz için "kelle" demekten utanmıyor.

Hak ettiği yanıtı dün Anayasa Mahkemesi verdi. Şimdi konuşsun bakalım! Unutmasın, gelecekte kendisi Yüce Divan’a sevk edilecek ve hesabını orada, o Anayasa Mahkemesi önünde verecek.

* * *

Bir Başbakan düşünün, devletin çoğu kurumuyla arası bozuk.

Ya küs, ya da kavgalı!

Cumhurbaşkanı, Türk Silahlı Kuvvetleri, YÖK, yüksek yargı, adli ve idari yargı...

Hepsi onun boy hedefi! Yüzde 34 oyla, seçim yasalarının cilvesiyle tek parti iktidarı olmuş, kendisini Türk milletinin "tek egemen gücü" zannediyor! Kendisini haklı çıkarmak için "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, millet bizi seçti ve egemenliği biz kullanırız" anlayışı sergiliyor!

Üç köfte beş kuruşa! Sadece yüzde 34 oyla ulusal egemenlik! Ya geri kalan yüzde 66 oy? Onlar soldaki sıfırlar!

ŞEYH EFENDİ TÜYDÜ!

İSTANBUL’un en değerli yerindeki İETT arazisini bir süre önce Dubai Şeyhi Makdum’a 1 milyar 100 milyon dolara sattılar. Özellikle iktidar yağcısı yazılı basın ve televizyon kanalları zevkten göbek atıyordu: Başlıklar hazırdı: "Muhteşem satış. Böyle 10 yer satsak köşe oluruz. Helal olsun şeyh hazretlerine. Rekor fiyat. İstanbul kazandı. Şeyh oraya kule dikecek..." Yağcılığın ve yalakalağın sonu bir türlü gelmiyordu.

Mimarlar Odası bu peşkeş için dava açmıştı. Şeyh hazretlerinin parayı ödeme süresi salı günü doldu.

Şeyh tüydü! Parayı marayı yatırmadı.

Tarzan zor durumda!
Arazi elimizde patladı.

Malı satan İstanbul Büyükşehir Belediyesi şimdi ne yapacak? Şeyh epeyce bir teminat yatırmıştı. Teminatı derhal paraya çevirecek mi, yoksa Dubailiye geri mi verecek? Göreceğiz. Ne güzel söylemiş atalarımız!

Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü.
Yazarın Tüm Yazıları