Türk şaraplarıyla barışıyorum

GEÇEN perşembe günü dışarıda bir toplantıdan gazeteye dönüyorum.Telefonum çaldı.

Arayan Reşit Soley.

Bu ismi bir kenara yazın, çünkü önümüzdeki yıllarda çok işiteceksiniz.

Reşit Soley, Bozcaada’da şarap üretiyor.

"Şu an bağların arasında dolaşıyorum ve içimden öylesine sizi aramak geldi" dedi.

İki hafta önce bir akşam aynı şeyi ben yapmıştım.

Bir restoranda yemek yiyordum ve onun ürettiği "Corpus" şarabından açtırmıştım.

2004 yılına ait taze sayılabilecek bir şarap olmasına rağmen, olağanüstü bir tadı vardı.

Dolgun, kuvvetli, tam bana göre bir şaraptı.

Şişesi mükemmeldi.

Etiketi, dünyanın en gelişmiş şarap ülkelerinde bile az bulunacak kadar estetikti.

Restoranın sahibinden Reşit Soley’in telefonunu istedim ve hemen oradan arayıp teşekkür ettim.

Böyle güzel şarap, ancak büyük bir tutkunun eseri olabilirdi.

Yani, bağlarının arasında gezerken, aklına gelen insanları öylesine arayabilen bir insanın tutkusu...

* * *

"Öylesine aramak"
dünyanın en güzel doğaçlamasıdır.

Yıllar önce bir öğleden sonra, Gökova’da "Grup Gündoğarken"in şarkılarını dinliyordum.

Öylesine mutluydum ki, hemen İlhan Şeşen’i aradım.

O sırada Kadıköy’de sahilde tek başına oturuyormuş.

Çok hüzünlüymüş.

Ne güzel sohbet etmiştik.

Öylesine aramıştım...

Ve şuna inanırım. Öylesine arayan, mutlaka aradığını bulur.

İnsana ait en güzel duyguları bulur.

Hüznü, aşkı, sevgiyi, tutkuyu, heyecanı, paylaşmayı, hakkını vermeyi, hakkını almayı...

* * *

Öylesine aramak, en çok pazar günleri aklıma gelir.

Çünkü, pazar, içimdeki "arabeski" azat ettiğim gündür.

Türk yanım, Akdenizli, Egeli yanım, o gün, Kuzeyli Apollonien aklımı bedenimden de, ruhumdan da kovar.

Geriye öylesine arayan diyonizyak bir arabesk kalır.

Sırf onunla da yaşayamam, onsuz da yaşayamam.

En güzel şaraplarımı hep pazar gününe ayırırım.

O yüzden evimde şarap yıllanmaz.

İçimden bir ses, "Sideways" filminin kahramanının şairsiz mısraını fısıldar:

"Bekler her şarap

belli bir anı."


O anlar da öyle çoktur ki, şarap dayanmaz.

Olmasa bile o anı yaratırım.

Keyfime göre bir an uydururum.

Kendi kendimi havaya sokarım.

Bazen geçmişte yaşadıklarım, bazen henüz yaşamadıklarım.

Bazen halen yaşamakta olduklarım, bazen hiçbir zaman yaşayamayacaklarım.

Benim muhayyilemin bile zor yaratabildiği hayaller.

* * *

İşte o arabesk ruhum artık Türk şaraplarıyla barışmaya başladı.

Yıllardır, Türk şaraplarına burun kıvıran ıstıraplı bir ukalalık dönemi yaşadıktan sonra, ülkemin şaraplarını keşfediyorum.

Kavaklıdere’nin, Doluca’nın, Mey’in, Pamukkale’nin, oranın buranın şaraplarını keyifle içiyorum.

Ve iddia ediyorum, Türkiye 10 yıl içinde Avrupa’nın en iyi şaraplarını üreten ülkeler arasına girecek.

Tıpkı rakıyı, zeytinyağını, ekmeği, peyniri mükemmelleştirdiği gibi.

Hem de bunu, pazar günlerinin afrodizyak keyiflerinden hiç nasibini alamamış, maalesef alamamış bir siyasi zümrenin engellerine rağmen yapacak.

* * *

Geçen pazar yine böyle bir gündü.

Tansu Bodrum’da olduğu için, kutsal makarnadan vazgeçip mangal yapmaya karar verdik.

Tam mangal yanarken torunum Zeynep seslendi:

"Küresel ısınmaya yol açıyorsunuz..."

Hayretle baktım ve gülmeye başladım.

Zeynep’
e sarıldım, yan tarafta öteki torunum Sinan Ali bahçede Fenerbahçe formasıyla koşuyordu.

Zülfü Livaneli’nin en muhteşem şarkısı çalıyordu:

"Ah benim sevdalı başım..."

Bir arabesk pazar günüm daha geçiyordu.

Gün batarken, o muhteşem mısralar kimbilir kaçıncı defa aklıma geldi:

"Günler geçip gitmekteler

Kuşlar gibi uçmaktalar..."
Yazarın Tüm Yazıları