GEÇEN gün kitapçıda gezerken, "Bakalım halkımız ne okuyor?" diye "Çok Satanlar" bölümüne şöyle bir göz attım.
Bir de ne göreyim?
Ergun Poyraz adlı bir yazarın kaleme aldığı, "Musa’nın Çocukları Tayyip ve Emine" kitabı, "Çok satanlar" listesinde.
Kitap 10. baskıyı yapmış.
Hemen satın aldım. Ve bir gecede okudum...
"Tayyip Erdoğan’a 32 açıdan öldüresiye çakma ve bitirme kitabı" olarak niteleyebileceğimiz bu kitap, şöyle bir Tayyip Erdoğan profili çiziyor:
BİR: Tayyip Erdoğan biraz Rum, biraz da Gürcü’dür.
İKİ: Kökeninde birazcık da Yahudilik vardır.
ÜÇ: Ama aynı zamanda takıyye yapan bir şeriatçıdır.
DÖRT: Amerikan, İngiliz ve İsrail büyükelçileri ve istihbarat örgütleri tarafından eğitilip desteklenmiştir.
BEŞ: Ama aynı Tayyip Erdoğan, ABD ve İsrail’in can düşmanı Usame Bin Ladin’e de acayip hayrandır.
ALTI: Eşi Emine Erdoğan Arap değildir, Yahudi’dir.
YEDİ: Ama aynı Emine Erdoğan, iflah olmaz bir şeriatçıdır.
Ortaya çıkan bu profile bakıp sayın yazara şu soruyu sorabiliriz:
Ergun kardeş!
Diyorum ki, tamam, Tayyip’i bitirmeye ant içmişsin.
Hakkındır, devam et!
Ama nereden çakacağın konusunda bir karar versen iyi olur.
Çünkü...
Hem "orasından", hem "burasından" çakınca...
Ortaya derin çelişkiler çıkıyor...
Ve çelişkiler nedeniyle aklımıza şu mühim sorular geliyor:
Tayyip Erdoğan denilen adam azılı bir şeriatçı mıdır, yoksa azılı bir Yahudi midir?
Bir adam hem ABD’nin adamı, hem de Usame hayranı nasıl olabilir?
Komutan fırçası
ERZURUM’da 9. Kolordu Komutanı Korgeneral Nejat Bek, Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı’nı herkesin önünde azarlamış. Bu gelişme gazetelerimize, "Komutan’dan Belediye Başkanı’na fırça" diye haber yapıldı.
Bu tür haberlerden üst düzey bir rahatsızlık duyduğumu belirtmeliyim.
Bir kentin üst düzey askeri yetkilisinin, o kentin seçilmiş belediye başkanına fırça atmasını bırakın normal karşılamayı, "gizli bir sevinç"le selamlamayı rahmetli Ecevit’in tabiriyle içime sindiremiyorum.
Mitingcilere açık teşekkür
HAY Allah razı olsun sizlerden...
Sizler de olmasanız, ne Sadık Gürbüz’ü, ne Rahmi Saltuk’u, ne de Selda Bağcan’ı yeniden anımsamamız mümkün olacaktı.
O Sadık Gürbüz ki...
Öğrenci evlerinin karanlık ve dumanlı odalarındaki delikanlı ruhumuzu, bas bariton sesiyle ateşlerdi. Ateşlendikten sonra da bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalara dalardık.
O Rahmi Saltuk ki...
Ahmet Arif’in "Dağlarına bahar gelmiş memleketimin" şiirinden yaptığı şarkıyı söylerken, hepimize bir hapishanedeymişiz duygusu aşılardı. Ve fonda "Ah ulan ah" serzenişi duyulurdu.
O Selda Bağcan ki...
Aşık Mahsuni’den "Yuh! Yuh!"u söyledikçe, bizim gibi 70’lerin ayırdına varamamış ara kuşak mensuplarını, 70’lerin o tuhaf ve naif politik atmosferinin ortasına düşürüverirdi.