Son çare...

GENELKURMAY’ın önceki gece kendi web sitesine koyarak yayımladığı açıklamayla başlayan yeni süreç, eğer sağduyu egemen olmazsa şirazesinden ha çıktı ha çıkacak denecek noktaya doğru ilerliyor.

Uzatmadan söyleyelim...

Bu gidişin görebildiğimiz tek ve sağlıklı çözümü, Cumhurbaşkanlığı seçimini erteleyip sandığa gitmektir. Aksi halde doğacak krizlerden endişe ediyoruz.

Şimdiki krize gelince... İşin tuhafı, "laik Cumhuriyet’e yönelik tehlikeyi, daha önce hiçbir zaman olmadığı kadar büyük" gören Genelkurmay da haklı, "Genelkurmay’ın Anayasal sistem içinde Başbakanlığa bağlı bir kurum" gibi davranmadığından şikáyet eden hükümet de...

Şimdi bizler de öyle bir noktadayız ki, "laik Cumhuriyet’in gerçekten tehlikede" olduğunu söyleyince ya "askerci"likle damgalanıyoruz yahut "darbe"cilikle...

Tutup, "İyi de kardeşim bir ülkenin Genelkurmayı tutar da bağlı olduğu otoriteye karşı açıklama yayımlar mı?" deyince, "Vaay! Sen de mi Atatürk devrimlerine ihanet ediyorsun?" deniyor...

Oysa saf hukuk açısından bakınca Genelkurmay’ın açıklamasını savunmak mümkün değil...

Ama asıl sorun ne orada ne de ötekinde... Asıl sorun, ülkeyi yöneten siyasi partinin Atatürk ilkelerine -dolayısıyla Cumhuriyet’in Anayasa’da da yer alan temel değerlerine- aykırı faaliyetleri korumasında, hatta teşvik etmesinde...

Hükümet kendisine Anayasa tarafından verilen, "Bu ülkeyi bu temel ilkelere göre yöneteceksin" diye özetlenebilecek görevi yapmayınca, hatta yapmamaktan da beterini, yani tam aksini yapınca ister istemez maraza çıkıyor.

Daha önceki dönemleri anımsayalım:

28 Şubat müdahalesi bu yüzden olmadı mı? O tarihte ülkeyi aynı kafayla yöneten Refah Partisi, sonuçta kapısına kilit vurmaya mecbur edilmedi mi?

Ve bugün ülkeyi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi hem kamuoyuna hem de seçmene, "Biz 28 Şubat’tan ders aldık. Biz Cumhuriyet’in temel değerlerine, özellikle laikliğe karşı bir politika izlemeyeceğiz. Hatta açıkça ilan ediyoruz... Biz artık ne Refah Partisi’nin ne de Fazilet Partisi’nin devamıyız" demediler mi? Kendilerini tanımlarken o yüzden "muhafazakár demokrat" olduklarını vurgulamadılar mı?

Tüm bunları unutur, devlet kadrolarını "tarikat" bağlantılı "dinci"lerin eline teslim edersen... Üstelik devlet bürokrasisinin başına aynen;

"Halk için ve halk adına yönetim diye tarif edilen Cumhuriyet kavramının aslında artık bizim için çok fazla bir mana ifade etmediğini söylememiz de mümkündür" diyen ve bu görüşlerinden vazgeçtiğini hálá söylemeyen Ömer Dinçer adında birini getirir oturtursan...

Bu zatın, "Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin (...) yerini (...) daha Müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum" dediği ve Başbakanlık Müsteşarı unvanını taşıdığı doğruysa...

Böyle bir gidişe birilerinin "Hayır" demesi gerekmez mi?

Tamam... Demokrasi olsun. Her şey Anayasal kurallar içinde yürüsün. Örneğin, Genelkurmay böyle açıklamalar yayımlamasın... Bunların hepsi doğru görüşler.

Peki ama, başka bütün uyarı yollarını denedikten sonra, "hükümet de Anayasa’nın istediklerinin ve kendisinin ulusa verdiği sözlerin tersini yapmasın" demek neden yanlış olsun?
Yazarın Tüm Yazıları