Milliyetçilik ve ırkiyatçılık

TÜRK milliyetçiliği ırkçı mıdır?

Hem "evet", hem "hayır"!

Ama aslına bakarsanız, haksızlık yapmamak için "hayır"ı ilk plana koymak gerekiyor.

Ancak bugünkü açıklamaya yukarıdaki "evet"ten başlayacağım.

* * *

ÖNCE, tarihi süreçte geç oluşan Türk milliyetçiliği, çok etnisiteli ve çok dinli bir imparatorluktaki hakim kávmin korunma içgüdüsüne tekabül eder. Tepkiselliği belirleyicidir.

Ve, gayet doğal olarak da bu milliyetçilik kendi zamanlarındaki moderniteden doğdu.

Başka bir deyişle, 19. Yüzyıl sonu Batı pozitivizminin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Oysa, o yüzyıl sonunda "ırkiyatçılık" bugünkü gibi bir "anti değer" sayılmıyordu.

Tehlike sezilmediği gibi, Hitler’in "soykırım bacaları"ndan henüz duman tütmemişti.

Dahası, ırkçılık "bilimsel" (!); üstelik de o bilimselliğin en zirvesi addediliyordu.

Nitekim, Hyppolite Taine’den Joseph Arthur Gobineau’ya, "sosyal Darwinizm" kuramcıları tarafından üretilen ve tabiattaki "canlılar çekişmesi"ni insan toplumlarına da uyarlayan teoriler, başta "sol" ve bir tek Katoliklik hariç, tüm kesimlerde yoğun taraftar buldu.

Unutmayalım ki, Amerikalı yazar Jack London kendi ülkesindeki "gericilik"e (!) karşı "devrimci mücadele"yi (!) dahi, ırkçı edebiyat ekseninde gerçekleştiriyordu.

* * *

İŞTE bu açıdan bakdığımızda da, Ziya Gökalp’den bile çok evvel ve daha 1904’de, Cumhuriyet öncesi milliyetçiliği ilk kez derli toplu şekillendiren Akçuralı Yusuf Bey’in "Üç Tarz-ı Siyaset"te ırki temeldeki bir "Pan-Türkizm"i önermiş olması yadırganamaz.

Yukarıdaki Taine ve Gobineau etkisinin zaten gayet belirgin olduğu Tatar aydın, o gün geçerli bir politika kuramını son dönem Osmanlı - Türk álemine uyarlamak istemiştir.

Artı, Akçura’nın da diğer pek çok "pre-milliyetçi" münevver gibi periferik Türklere dahil bulunduğu ve gerek bunun ezikliğini atmak, gerekse Batı kültürünü hakkıyla bilmek iradesiyle yoğrulduğu düşünülürse, onun ırkiyatçılığı benimsemesi asla bir "suç" değildir.

Kaldı ki, ahmaklığın ve mazoşizmin álemi yok, hiçbir şey günün şartlarından ve değerlerinden kopartılarak şimdinin değer kıstaslarıyla "sanık sandalyesi"e oturtulamaz.

* * *

AYNI şeyi ilk Cumhuriyet dönemi milliyetçiliği için de söylememiz gerekiyor.

Çünkü, realpolitik yaklaşımla "Pan - Türkist" boyut törpülenmiş olsa bile, inkárı mümkün değil, Cumhuriyet ideolojisinin oluşumunda da "ırkçı milliyetçilik" vardır.

Brakisefeal ári ırkta aidiyetimizi "ispatlayan" (!) "Tarih Tezi"nden, Harbiye Marşı’ndaki "Şahikálar yaratan bir ırkın ahvadıyız" güftesine, örnekleri sonsuz uzatabilirim.

Ama iddialaşmak niyetim olmadığı gibi, şu üç gerçeği de mutlaka görmek zorundayız.

* * *

BİR; "sosyal Darwinizm"; dolayısıyla "ırkiyatçılık" o Cumhuriyet ideolojisinin o oluşum yıllarında da hálá "bilimsel" (!) addediliyordu. Nazizmin kirli çıkısı daha açılmamıştı.

İki; "edrak-ı bi idrak Türk" aşağılamasından olumlamalı bir "Türk" kimliği yaratmak aşamasına geçiliyordu. "Kurucu efsane" üretmek bir zorunluluk oluşturuyordu. Nihayet üç; "Türk Ocakları" çevresinden Nihál Adsız romanlarına ve "Atatürk’ü anlayan tek Şef: Hitler" manşetli Cumhuriyet Gazetesinden "Kürt bakkala gitme" küfürlü şimdinin "ulusalcılar"ına dek, etno - biyolojik ırkçılık kısmen sürekliğini korudu ama yine de, 1923 ertesi milliyetçiliğinde hiçbir zaman "temel eksen"i olarak ortaya çıkmadı.

"Kan", "kafatası", "DNA" her neyse, bunlar "resmi ideoloji" kıstaslarına girmedi. Ve, Türk milliyetçiliğinin o "temel ekseni"ni İttihatçılardan; háttá Abdülhamid’den itibaren ve bugüne dek daima seküler bir "din" aidiyeti belirledi ki, cumartesiye bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları