HRANT Dink cinayeti sonrasında yaşanan olaylara ad koymak mümkün değil.
Gülmek mi gerekir, ağlamak mı? Şimdi biraz düşünelim, kamuoyunu her açıdan bunca etkileyen, etkileri tribünlere ve sokaklara bile taşan bu olay sonrasında neler yaşadığımıza bakalım:
1- Devletin kurumları birbirine giriyor, bildiriler yayınlanıyor.
2- Aynı kurumda görevli kişiler birbirini suçluyor.
3- Bantlar, kasetler havada uçuşuyor ve kapanın elinde kalıyor.
4- Müfettişler soruşturuyor!
5- Bilgi kirliliği acayip boyutlara ulaştı. Her medya kuruluşuna doğru veya yanlış bilgiler-belgeler sızdırılıyor. Bunların çoğu, bu aşamada gizli kalması gerekenler.
6- Birileri birilerini koruyup kolluyor ki, rezalet en yüksek makamlara bulaşmasın!
7- İktidarın işine gelenler, fırsat bu fırsattır denilerek görevden alınıyor, işine gelmeyenlere dokunulmuyor.
8- Bu ortamda Emniyet Genel Müdürü yok! Hükümet aylardan beri boş duran o makama atama yapmıyor veya yapamıyor.
9- Böylesine bir kargaşa ortamında gündeme getirilen tek konu, TCK’nın 301. maddesinin değiştirilmesi. (Türklüğü aşağılama maddesi.)
10- Hükümet bu değişikliğe toplumun vereceği büyük tepkiden korkuyor. Bu yüzden konuyu kendisine yakın duran "sivil toplum kuruluşlarına" havale edip "maddeyi siz yeniden yazın, gereğini biz yapalım" diyor. Bundan önce yüzlerce çok önemli yasa çıkardılar. Hangisinde topluma, ilgili kurum ve kuruluşlara danışıp fikir istediler?
* * *
Hrant Dink cinayeti gibi çok önemli bir olay sonrasında yaşanan kargaşa, karmaşa ortamına bakınız! Doğru veya yanlış, bir sürü iplik pazara çıktı.
Bir de sıradan insanların, sıradan vatandaşların yaşadığı olayları düşünelim.
Polis yılgın ve bıkkın. AB’nin istemleri doğrultusunda çıkarılan yasalarla yetkilerinin çoğu elinden alındı.
Uygulanan ekonomik politikalar sonucunda nice insanlarımız işsiz kaldı.Göçler yaşandı.
İşsizlerin çoğu, suça bulaştı veya itildi.
Hırsızlık, gasp, kapkaç, soygun, vurgun, cinayet, maganda terörü, her türlü suç rezaleti ortalıkta kol geziyor. Hemen herkes silahla geziyor veya evinde bulunduruyor.
Toplumda suç patlaması yaşanıyor. Büyük kentlerin göbeğinde işyerleri vitrinleri kırılarak soyuluyor, ellerinde otomatik silahlarla trafiği kesenler kuyumcu soyuyor!
Soyulmayan ev ve işyeri neredeyse kalmadı.
Önceki gece ANKA Ajansı’nın İstanbul’un göbeğindeki bürosuna bile girdiler ve tüm gazetecilik malzemelerini çaldılar. TBMM binasının içinde LÖSEV’in yardım kumbarasını kırıp paraları çaldılar.
Bu ortamda biz kime güveneceğiz?
* * *
Şimdi bir kez daha düşünelim. Ortada bütün toplumu ilgilendiren bir Hrant Dink cinayeti var ve sergilenen sorumsuzluğu-laçkalığı hep birlikte izliyoruz.Bu konuda yaşananlar yüz kızartıcı boyutlara ulaştı.
Bir de sıradan vatandaşın durumunu düşünelim! Soyulmuş, gaspa, kapkaça uğramış, yakını öldürülmüş vesaire...
O insanımız bu çürümüş ve çökmüş kurumsal yapı içerisinde derdini kime anlatacak?Hakkını kimden, nasıl arayacak?
En basit davalar bile yıllarca sürüyor. Herkes birbiriyle davalı durumda. En kötüsü, insanlar yargıya olan güvenini de yitiriyor.
AB’ye aday (!) Türkiye’de işler böyle yürüyor. Siz AB olsanız, ya da bir AB üyesi ülke olsanız, böylesine laçkalaşmış, vatandaşının can ve mal güvenliğini bile korumaktan aciz duruma düşürülmüş, önemli bir cinayet sonrasında bu rezaletin yaşandığı bir Türkiye’yi içinize alır mısınız?
Adamlar bizi reddederken haksız mı?
Dink cinayeti sonrasında yaşanan olaylar gözümüzü açtı, bize gerçekleri gösterdi. Şimdi bir tek dileğim var:
"Allah bu ülkede yaşayan, can ve mal güvenliği kalmamış, haksızlığa uğrayan, ancak sesini hiçbir makama duyuramayan ve sonunda sinir hastası olan milyonlarca acılı insanımıza sabır versin."