Bu açıklamanın üzerine atlayan Vakit yazarı Mustafa Kaplan ise şu inanılmaz cümlelere imza atıyor:
"Bu açıklamada denilmek isteniyor ki, ’Kadınların aktif siyasete katılarak ülke idaresinde söz sahibi olmaları hikáyedir. Bütün mesele onları müşteri çekmekte kullanabilmektir’. Bu işin adına bizim köyde bir şey diyorlardı ya, bir türlü hatırlamıyorum."
Durun, bitmedi...
Hakaretin daha büyüğü de var.
Mustafa Kaplan, çalışan kadınları da en ahlaksız imalarla aşağılıyor.
Diyor ki:
"Hacısı hocası da dahil hemen herkes niçin işyerlerine kadın çalışan koyuyor sanıyorsunuz? Müşteri nispetini artırmak için değil mi?"
* * *
Ben bu terbiyesizliğe kafayı takmadım.
Çünkü çoktandır "Vakit’tir, ne yapsa yeridir" havasındayım.
Ben esas bu terbiyesizlik karşısında kimin ne yapacağıyla ilgiliyim.
Mesela Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan nasıl bir tutum takınacak?
Ya da AKP’nin kadın milletvekilleri ne diyecekler?
AKP’deki kadın siyasetçi sayısını artırmak için çaba sarf eden Başbakan Erdoğan, "müşteri çekmek" tabiri karşısında öfkelenecek mi?
Uçağına aldığı Vakit’in ’yazı müdürü’ne, "Bu ne rezalet" diyecek mi?
Bilmiyorum...
Mesela Kadından Sorumlu Bakan ne diyecek?
Başörtüleriyle toplum içinde yer almak için mücadele eden kızlar, bu adama "Sen nasıl böyle bir şey yazarsın?" diye soracaklar mı?
Vakit yazarı Merve Kavakçı, aynı gazetede yazan Mustafa Kaplan’a "Ben parlamentoya müşteri çekmek için mi girmeye çalıştım? Utanmıyor musun?" diye soracak mı?
Bunu da bilmiyorum...
Avukat olmak isteyen, doktor olmak isteyen, yani çalışan kadın olmak isteyen türbanlı kızlar, türban yasakçılarına karşı gösterdikleri tepkinin benzerini Mustafa Kaplan’a da gösterebilecekler mi?
Peki ya İlahiyat hocaları? Diyanet İşleri Başkanlığı?
Bu "din" adına ahkam kesen ve kadını aşağılayan yazara bir yanıt geliştirebilecekler mi?
Bilmiyorum ve ben esas olarak işte buna kafayı takmış durumdayım.
Sallama Hıncal Uluç
İÇİŞLERİ Bakanı Abdülkadir Aksu neden görevden alınmıyormuş, biliyor musunuz? Çünkü Bakan Bey, "Menzil" tarikatındanmış, o nedenle kendisine dokunulamıyormuş!
Hıncal Uluç böyle yazıyor.
Yetinmiyor, devam ediyor:
"İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah da Çarşamba tarikatındandır, ona da bu yüzden dokunulamıyor."
Ben hayatımda böyle esaslı bir "sallama" görmedim.
Çünkü bu işlerden az buçuk çakanlar bile bilirler ki, ne "Menzil" ile Aksu arasında, ne de Cerrah ile "Çarşamba cemaati" arasında en küçük bir bağ vardır.
Çünkü dokuları uyuşmaz.
Cerrah ile Aksu tarikatçı olabilir ama seçecekleri tarikat, "Menzil" ya da "Çarşamba" olmaz.
Neden mi?
Çünkü Menzil Aksu’ya, Aksu Menzil’e uymaz. Menzil’in "mürit profili" ve "genel formasyonu" Aksu’yu kesmez.
Yılların emniyetçisi Celalettin Cerrah’ın, bütün işleri güçleri "şekli şartların yerine getirilmesi" olan bir tarikatın üyesi olduğunu yazabilmek, ancak konuya ne kadar Fransız olunduğunun bir göstergesi sayılabilir.
En iyisi Trakyalı şopar çocukların sözleriyle bitirmek: