GÜNLERDİR düşünüyorum, şu "Apronda deve kesme olayı neyin nesidir?" diye.
Vallahi de billahi de bir izah tarzı geliştirebilmiş değilim.
"Yok mudur bana yol gösterecek bir akil adam?" diye çaresizlik içinde etrafa bakarken...
Taha Akyol’un dünkü yazısı imdadıma yetişir gibi oldu.
Olaya sosyolojik açıdan yaklaşan Taha Bey, "Adam okumuş, uçak mühendisi olmuş, müdür olmuş ama kültürel gecikme nedeniyle köylülüğü aşamamış. Apronda deve kesmeye kalkışması bu yüzden" diyor.
Bu izahtan etkilendim, hatta bir ölçüde ikna bile oldum.
Ve fakat...
Aradan biraz vakit geçince şu soruların beynimi kemirdiğini fark ettim:
Bir insan, ister taşralı olsun, ister köylü geçmişinden kurtulamasın, ister kültürel gecikme sorunu yaşasın...
En azından "asgari bir sağduyu"ya sahip olmaz mı?
Apronda deve kesilemeyeceği sonucuna ulaşmak için... İlle de şehirli olmak, görgü sahibi olmak ya da incelmiş zevklere sahip olmak mı gerekir?
Bunun için "hayvansal bir içgüdü" bile yeterli değil midir?
Trafikteki köylülüğü anlıyorum.
Bir futbol zaferini havaya ateş açarak kutlama ile taşralılık arasında kurulan bağlantıyı anlıyorum.
Hatta...
Yoğurduğu çiğköftenin kıvama gelip gelmediğini Meclis’in tavanında deneyen milletvekilinin durumunu bile anlayabiliyorum.
Ancak gel gelelim "apronda deve kesme" olayını bir türlü anlayamıyorum.
Olaya dini açıdan baksam, olmuyor. Sosyolojik açıdan baksam, olmuyor. Sınıfsal açıdan baksam, olmuyor.
Yani doluya koysam olmuyor, boşa koysam dolmuyor.
* * *
Benim bulduğum çıkar yol şudur:
Bu olayı bilimsel açıdan yorumlamaya kalkışmadan, sınıf farkını falan gündeme getirmeden, deve kurban etmeye kalkışan o müdürün, yakın geçmişindeki köylü izlerini takip etmeye çalışmadan...
Daha yalın, daha basit, daha kestirme ve belki daha zalimce bir sonuca varalım:
Bu işin "bireysel bir hödüklük" ya da daha kibar bir ifadeyle "çok kişisel bir densizlik" olduğunu kabul edelim.
Tamam, böyle bir sonuç, hiçbir bilimsel veriye dayanmayacaktır ama en azından insana acayip yürek ferahlatıcı ve ikna edici gelecektir.
Fazıl Say’ın evinde
EĞER,"Bu adamda da iyiden iyiye Hıncal Uluç’laşma temayülü başladı" demeyeceğinizi bilsem, olaya "Fazıl’ın evinde olağanüstü bir gece... Kimler yoktu ki..." türünden bir giriş yapardım.
Ve fakat... Gelin görün ki "Davranışlarını başkalarının tepkilerine göre ayarlayan bir adam" olmaktan vazgeçemiyorum.
Ayrıca... Pusu kurup üzerime çullanmak için fırsat bekleyenim bir hayli fazladır.
Bu nedenle ne yazık ki "Fazıl Say’ın evinde" başlığının vaat ettiklerini yazamayacağım.
Bunun yerine evdeki buluşmanın asıl nedeni üzerinde duracağım:
Efendim, Fazıl Say, Názım Hikmet şiirlerinden yola çıkarak yaptığı besteleri "Názım" albümünde toplamıştı.
İşte bu albüm çerçevesinde Aspendos Tiyatrosu’nda verilen konserin DVD kaydı hazırlanmış.
Harika bir konser. Mükemmel bir çekim ve kurgu. Adamın tüylerini diken diken eden besteler. Ve çok profesyonel bir yorum.
Tam da Názım şiirlerinden yapılan bestelere doyduğumu düşünüyordum ki, bu konser karşısında "Demek ki olay daha bitmemiş" deyiverdim.