RADİKAL Gazetesi’nin acar röportajcısı Neşe Düzel, gene meşrebine uygun birini bulmuş, karşılıklı çalıp söylüyorlar.
9 Ekim 2006 "Pazartesi Konuşmaları"nın konuğu, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Kahraman.
Neşe Düzel’in potaya doğru uzattığı topa Dr. Kahraman smacı basıyor:
"Eğer Türkiye eninde sonunda AB’ye girecekse, Genelkurmay Başkanlığı da devlette herhangi bir genel müdürlük olmayı kabul edecek. Devlet Su İşleri, Karayolları Genel Müdürlüğü, TRT Genel Müdürlüğü gibi bir genel müdürlük olmayı kabul edecek ve Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanacak. Aslında Silahlı Kuvvetler, ideolojik bağlılığı ve çağdaş uygarlıkla ilgili taahhütleri nedeniyle Batı’yla bütünleşmeye açıktan karşı çıkamıyor."
BİRAZ ’SALLIYOR’
Zihniyetini bildiğimiz Dr. Kahraman, aslına bakarsanız biraz cömert davranıyor: Gerçekte herhangi bir genel müdürlüğü çok görür, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda bir büro hademesi ya da çay ocağı garsonu olmasını ister Genelkurmay Başkanı’nın.
Dr. Kahraman’ın, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı’nı Avrupa Birliği ülkeleri genelkurmay başkanlıklarıyla karşılaştırmasında da herhangi bir gerçek payı bulunmuyor. Halk diliyle söyleyecek olursak biraz "sallıyor". Onlarınki ile bizimkinin arasında herhangi bir fark yoktur. Onlarda Milli Savunma ya da Savaş Bakanlığı’na bağlıdır. Bizde Başbakan’a.
Bizim Genelkurmay Başkanlığı, sivillerin emrinde değilmiş. Peki emrinde değilmiş de ne olmuş? Genelkurmay Başkanlığı, hükümete ve TBMM’ye karşın bir devlete karşı savaş mı ilan etmiş ya da TBMM’nin ve hükümetin iradesine karşı mı gelmiş? Zamanı gelmiş Genelkurmay Başkanları, hükümetle aynı görüşte olmadıkları zaman istifa etmişler.
Geçen hafta Brüksel’de, 17 Ekim günü, bu konuyu bir fasıl Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu ileri gelenleriyle konuştum, bir fasıl da Türk ileri gelenlerle. Onlar da Genelkurmay Başkanlığı’nı başımıza kakıyorlardı.
Kendilerine özetle şöyle dedim: Atatürk döneminde iki muhalif parti denemesi oldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924) da, Serbest Cumhuriyet Fırkası (1930) da başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleriyle uyuşum içinde değildi. 1950’den sonra iktidara gelen sağ partiler Cumhuriyet’i şu ya da bu köşesinden kemirdiler.
Günümüze gelelim. Avrupa’da devletlerin kuruluş ilke ve cevherlerine muhalif partiler kurulabilir mi? Cevap: Kurulamaz!
Bu türden partiler iktidara gelebilir mi? Cevap: Gelemez!
Peki Avrupa Birliği, AKP’nin bu türden yani "kurulamaz" ve "gelemez" türünden bir iktidar partisi olduğunu bilmiyor mu? Cevap: Biliyor!
Türk Silahlı Kuvvetleri fazladan ne yapıyor? Cumhuriyet’i bu türden partilere karşı korumuyor mu? Cevap: Koruyor!
ALMAZLARSA ALMAZLAR
Konuşmanın bundan sonrası çok tuhaf bir mecraya giriyor: Avrupa Birliği, Türkiye gerçeğini biliyormuş, ama birlik içindeki Türkiye muhaliflerinin eline koz vermek istemiyormuş. AB, TSK’nın, İslamcı hükümete ve köktendinci akımlara karşı laik Cumhuriyet’i koruduğunu açıklarsa muhalifler Türkiye’ye kökten karşı çıkarlarmış... Bunun üzerine "Türkiye’nin cebinden harcamayın, gerçekleri söyleyin, şart değil, almazlarsa almazlar" dedim.