BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, CNN Türk’teki söyleşisinde "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" sözünü eleştirenler için şöyle konuştu:
"Bazı köşe yazarları gazetelerinde ’Başbakanlık yan gelip yatma yeri değildir’ diyor. Başbakan’ın nerede yan gelip yattığını görüyorsun. Bizim gecemiz, saatimiz o köşesinde yazı yazanların saatleriyle aynı değil. Ölçsün biçsin bakalım, kaç saat Başbakan yatıyor, kaç saat kendisi yatıyor."
Rüzgárdan nem kapan, alıngan bir insan sayılmam ama "Başbakanlık yan gelip yatma yeri değildir" diyen köşe yazarı ben olduğum için, sanıyorum açıklamam gereken bir durum var. (Hürriyet, 5 Eylül 2006, bu köşe.)
Başbakan’ın merakını hemen gidereyim, ben günde 6-7 saat civarında uyurum.
İş saatleri sırasında yan gelip yatarsam da bu Aydın Doğan ile Dr. Hubert Burda’nın dikkatini çeker, işimden olurum.
Saatlerimiz de gerçekten aynı olmayabilir, ben genellikle ucuz saatler kullanırım.
Bir ülkenin başbakanı, genç yaşında şehit düşenler için "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" derse, o ülkenin yazarı da kendisinde "Başbakanlık yan gelip yatma yeri değildir" deme hakkını bulabilir. Yazımda bu sözü bu nedenle yazdığımı da belirtmiştim.
Başbakan’ın sadece "özetleri" okuduğunu biliyoruz. Demek ki kendisine verilen özetlerde bu detay atlanmış.
Aslına bakarsanız gazete yazarının görevi de tam olarak budur.
Bir Başbakan’ın böyle bir söz söylediği bir ülkede, gazete köşe yazarı bunu eleştirmiyorsa, asıl o zaman "yan gelip yatmış" olur.
Ve yan gelip yatmayan başbakanlar, şehit cenazelerini, askerlik görevinin normal sonucu olarak görmezler.
Onların görevi bu tabloyu değiştirmektir, normalleştirmek değil!
Fatih Altaylı’ya bir hatırlatma
GAZETELERİN kendilerine yollanan açıklamaları yayımlamak konusunda isteksiz davrandıkları bir dönem yaşadığımız sır değil.
Zaman içinde basın meslek kurallarını benimseyen gazeteci ve yönetici sayısı arttıkça bu kötü alışkanlık da terk ediliyor.
Ama şöyle bir kötü hastalık basınımızın önemli bölümünde hálá sürüyor: Haber kaynağının "gerçek değil" dediği iddialar, ısrarla sanki doğruymuş gibi yazılıyor.
Bir tanesi dün Aydın Doğan’ın da başına geldi.
Sabah’ta şöyle bir haber yayınlandı: Aydın Doğan, verilen ağır ceza nedeniyle Petrol Ofisi binalarını bastı ve yöneticileri azarladı!
Bu haberi Sabah’ta okuyunca Aydın Doğan da şaşırdı, bizler de.
Bir kere Aydın Bey yaz aylarını Bodrum’da geçiriyor ve iki aydır İstanbul’da değildi. Bodrum’da da basmak istese ancak bir Petrol Ofisiistasyonunu basabilirdi! Orada pompacıları mı azarlayacaktı?
İkincisi ise Aydın Bey’in yöneticilik üslubunda "azarlamak" yoktur. Bunu en iyi bilebilecek olanlardan birisi de Sabah’ın yayın yönetmeni Fatih Altaylı.
Nitekim Aydın Doğan, Altaylı’ya bir açıklama gönderdi ve böyle bir şeyin gerçek olmadığını, çünkü esasen bu olayda yöneticilerinin hatalı olduğunu da düşünmediğini belirtti.
Altaylı, açıklamanın küçük bir bölümünü yayımladı ve şöyle bir de yorum yaptı: Galiba, Aydın Bey, verilen ağır ceza sonrası PO yöneticilerine biraz sitem etmiş. Onlar da bunu azar olarak algılamış ve dışarı böyle yansımış.
Haberin merkezindeki kişi "Böyle bir şey olmadı, zaten bu konuda yöneticilerimin hatalarının bulunduğuna da inanmıyorum" diyor ama gazete açıklamanın en önemli bölümünü atlayıp, yayınında ısrar ediyor.
Artık bu alışkanlıklardan kurtulma zamanı gelmedi mi?
Trabzon’a güvenliği sağlayacak vali gerek
HOLLANDA’da yapılacak olan Avrupa Ümitler Futbol Şampiyonası elemelerinde İsrail ile karşılaşacak Türkiye Ümit Milli Takımı’nın bu maçı Trabzon’da oynaması planlanmıştı.
Ancak, bu maç çarşamba akşamı Ankara’da oynandı. Spor servisimizdeki arkadaşlarımız araştırdılar ve maçın Ankara’ya alınmasının nedeninin Trabzon Valiliği’nden kaynaklandığını ortaya çıkardılar. Valilik bir süre önce "İsrail takımının güvenliğini sağlayamayız" gerekçesiyle maçın Trabzon’da oynanmamasını istemiş.
Bu büyük bir hata diye düşünüyorum.
Trabzonspor, UEFA Kupası’nda büyük olasılıkla ileri turlara da geçecek ve bu turlardan birinde bir İsrail takımıyla eşleşmesi de mümkün.
Böyle bir durumda İsrail takımı "güvenlik" nedeniyle maçın yerinin değiştirilmesini isterse, UEFA’ya ne yanıt vereceğiz?
Trabzon Valiliği’nin "güvenlik sağlama" konusunda pek başarılı olmadığını, değişik linç teşebbüslerinden ve papaz cinayetinden biliyoruz.
Demek ki vakit geçirilmeden yapılması gereken bir şey var: Trabzon’a, Trabzon’un güvenliğini huzur içinde emanet edeceğimiz bir vali gerekiyor!