Paylaş
ÜÇ yıllık sessizlikten sonra "terör vampiri"nin yeniden dirildiği Güneydoğu da ne oluyor? Tabutun kapağını kim açtı? Nasıl oldu da inine çekilen terör, hain pusularla, kahpe mayınlarla yeniden çıktı ortaya?
Yine Samsun’a, Tokat’a, Polatlı’ya gencecik bedenlerin ateşi düşmeye başladı. Ben o cenazeleri görünce dayanamadım. Aklımda sorular, yüreğimde acılarla ateşin topraklarına geldim.
Diyarbakır’dan, Cizre-Mardin, Şırnak-Uludere-Eruh hattına kadar, güneşin gölgeleri bile erittiği yollarda sordum, dinledim. Bu cinayetler için aklı başında bir tanık aradım.
Evet, dağ kırması rüzgarın, cehennem yanığı yüzler bıraktığı bu şehirlerde yeniden başlayan ölümün, pusunun, kurşunun ve kanın izini sürdük. Bölgeyi iyi bilen Nurettin Kurt, objektifinden baktı ve "Burada hava yine iyi değil" dedi. Gerçekten de barut rengi bir havaydı bu.
Tane tane anlatacağım. Bütün çıplaklığıyla anlatacağım. Ama iyi dinleyin. Sıkılmayın, kızmayın, öfkelenmeyin. Yalnızca yüreğinizle mantığınız arasına bir sözlük yerleştirin. Böylece aynı dil konuşulsun. Bu ülke için ateşe düşen gencecik bedenler için iyi dinleyin.
İyi dinleyin, çünkü gözyaşları söndürmüyor bu ateşi...
ÇÖZÜM ANKARA’DA
Ertesi gün saat 11.30’da belediye binasında Başkan Osman Baydemir’le buluşuyoruz. Sıcak bir karşılama. Ve hemen ilk tepki:
"Aslında basınla konuşmama kararım vardı. Susuyorduk."
- Neden?
- Çünkü, çok haksızlığa uğradık. Kırgınız. Bizi sürekli olarak yanlış lanse ettiler.
"O zaman doğrusunu dinleyelim" dedim ve sohbete başladık. İlk soru:
- Sayın Başkan, yine ölümler başladı. Pusular, saldırılar. Ben bu defa sorunları ortaya dökmektense önce çözüm platformunu sormak istiyorum. Bir çözüm var mı kafanızda?
- Önce şunu açıkça söylemek gerekiyor. Bu sorunların çözüm yeri Brüksel değildir. Washington hiç değildir. Çözüm yeri Ankara’dır. Çünkü bu halk bir arada yaşayacak. Eğer Diyarbakır’da yoksulluğu yenersek, sokakta çalışan çocukların istismarını önlersek bundan Türkiye kazanacaktır.
- Peki bu nasıl olacak?
- Bu tam oluyordu. Ama maalesef bizim irademiz dışında gerçekleşen olaylar yüzünden en az 6-7 yıl geriye gittik. Diyarbakır olayları. İlk iki gün Vali Bey büyük çaba ortaya koydu. Kimsenin burnu kanamasın diye çalıştı. Ama ikinci günden sonra inisiyatifi o da elden kaçırdı. Ben de elimden geleni yaptım. Ama biz suçlu çıkartıldık.
- Çözüme gelirsek; çözüm yeri olarak gösterdiğiniz Ankara ne yapmalı?
- Buna nasıl baktığımıza bağlı. Eğer insani gözlükle bakabilirsek daha kolay çözeriz. Çünkü bu bir İsrail-Filistin çatışması değil. Bana göre bu bir aile için kavga. Yılmaz Erdoğan’ın bu insani çağrısı o yüzden önemlidir. Aslında biz bu çağrıyı yıllardır yapıyoruz. Bu çığlık çoğalırsa önemlidir.
- Ama ortada bir terör gerçeği var. Mayınlar patlıyor, saldırılar oluyor. Benim bildiğim kadarıyla Abdullah Öcalan sürekli olarak "silahı bırak" çağrısı yapmıştı. İnisiyatif onun da mı elinden gitti?"
- Türkiye artık 1980’li yılların Türkiyesi değildir. Türkiye’de yaşayan Kürt kökenli vatandaşların bakışı artık 1984’lü yılların bakışı değildir. Eğer bu son 6 ayı düşünmezsek, Türkiye demokratikleşme yörüngesine girmişti. Artık başta Kürt sorunu olmak üzere hiçbir sorun çözümsüz değildi. Ve hiçbir sorunun çözümünde silah bir argüman olmayacaktı. Ama bu fırsat değerlendirilemedi. Burada sorumluluk herkese aittir. Şu son 6 ayda çok şey kaybettik.
TOPLU MUTABAKAT
Sabah Vali Efkan Ala’yla buluşuyoruz. Hemen söylemeliyim ki Vali Ala bu bölge için bir şans olmuş. Açık, demokrat, bölge halkını tanıyan ve sevilen bir vali. Çok uzun konuşuyoruz. Önemli şeyler söylüyor. Özeti şu:
- Meselenin bir yerel, bir ulusal bir de uluslararası boyutu var. Çözümün yeri Ankara’nın karar mekanizmasındadır. Bir mutabakat zirvesiyle karar alınmalıdır. Yani siyasi partisiyle, muhalefetiyle, yargısıyla, tüm yetkili organlarıyla bir toplu mutabakat kararı olmalıdır. Sonra kimse çıkıp, ben olsam şöyle yapardım, diyememelidir. Böylece cesur karar alınır. Ben buna topyekûn mutabakat diyorum.
- Uluslararası boyutu önemli; çünkü geçmişte Öcalan burnumuzun dibindeydi, alamadık. Ama uluslararası boyutuyla getirip teslim ettiler. O günden sonra bir şey yapılmadı, bir karar alınmadı. Oysa mutlaka bir karar alınmalı. Bombalayacaksak bombalayacağız, afsa af. Tabii, bu kararı alan siyasi iradenin işi zor. Şimdi bir iki kurum çıkıp da, sen bu af kararını nasıl alırsın, derse ne olacak?
-Şu anda Kuzey Irak’ta 3 bin civarında terörist var. Bu güç öyle; Suriye, oradan Kuzey Irak, sonra İran... kendi başına taşınabilir mi? Ben diyorum ki, bazı dış güçler şu anda boşta kalan bu güce yeni bir görev vermeden bir şeyler yapılmalıdır.
2 BİNİ DAĞDA
Kuzey Irak’a olası hareket sorusu üzerine Vali Ala çok önemli şeyler söylüyor. Bu sözlere çok dikkat...
- Şu anda bizim dağlarımızda da 2 bin terörist var. Ne oluyor, düzenli ordunun teröristle mücadalesi zordur. Üçlü, dörtlü gruplar bir mağaradan diğerine kaçıyorlar. Önemli olan zor kararları alabilmek. Terörü tam demokrasiyle minimize edebiliriz.
Silah sıkmak artık haramdır
Baydemir’e yine soruyoruz;
- Kimle kim diyalog kuracak?
- Başta Sayın Başbakan, Sayın Baykal, Sayın Ağar, Sayın Mumcu, hatta Sayın Bahçeli, Sayın Ahmet Türk derhal ama derhal, bir liderler zirvesi yapmalıdır. Bu kamuoyuna kapalı da olabilir.
- Ne çıkmasını bekliyorsunuz bu zirveden?
- Bakın şu söylenmeli: Silah sıkmak artık haramdır!
- Peki dağdaki yönetim bu kararları dinler mi?
- Eğer legal siyasetin önü açılırsa bir umut haline dönüşürse herkesin dinlemek zorunda kalacağını düşünüyorum.
- Yani bir af öyle mi?
- Ben maddeler halinde koşul koymayı doğru bulmuyorum artık. Ben diyalogla yol haritası bulmayı öneriyorum. Eğer devletsek kan davası içinde olmamak gerekir. Bağrımıza taş basabilmeliyiz.
Haftalık konuşma
Demokratik Toplum Partisi’nden Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen ve birkaç yıldır bu görevi yürüten Osman Baydemir, her hafta bir kez esnafla konuşuyor. Sonra da Koşuyolu parkında halkla buluşuyor. Bu seferki geziye biz de katılıyoruz. Halkla buluşmada yaşlı kadınların Kürtçe, genç nesilin ise Türkçe konuşması dikkat çekti.
Kürtçe kaset değil Demet Akalın satıyor
Diyarbakır’da gece ıssızlaşıyor. Eskisi gibi değil. Son olaylar sinirleri germiş. Korkular artmış. Köşede Ş.’nin müzik dükkanı var.
- En çok hangi sanatçı satıyor?
Ş., "Kürtçe kaset soruyorsan artık satmıyor. Yasakken o iş iyiydi; ama şimdi değil" diyor.
- Peki kim satıyor?
- Şu ara en çok Mahzun satıyor. Bir de Demet Akalın..
Ş., 23 yaşında ve son olaylar için şöyle diyor:
- Bunlar şımardı abi. İşsiz güçsüz serserilerin işi bizi mahvetti. Millet de zannediyor ki Diyarbakırlı devlet millet düşmanı. Diyarbakırlı demeye utanır olduk. O gün o olaylarda taş atanlar çoluk çocuktu hepsi. Bunları iyi bir silkeleyeceksin olup bitecek.
Ş. kızgın, taş atıp vitrin kıranlara öfkeli.
Abi bir cila atam yoksa arkamdakiler rahat bırakmaz
SARAY Sokağı’nı döner dönmez, köşedeki nargile kahvesine "çöküyoruz"... Sokak boyunca sıralanan kahveler hınca hınç genç dolu. Biraz önümüze at kuyruklu, iri siyah gözlü bir kız gelip bir tezgáh açıyor. Gündem gazetesi... Bakıyorum, başyazı Apo’dan... Bir tane alıyorum. Tam başyazıyı okuyacağım, sol kulağımda bir ses patlıyor:
- Boyam mı abi!
Adı Sadık. 10 yaşında. Elinde bir çift sarı plastik terlik.
"Hayır" diyorum.
"Boyam abi" diye üsteliyor. Nurettin eliyle işaret ediyor. Bakıyorum biraz gerisinde 50’ye yakın çocuk daha bekliyor. Hepsinin elinde bir çift sarı plastik terlik. Boyacılardan çocuk ordusu. Yine "Hayır" diyorum.
"Bırak da boyam abi" diye ısrar. Biraz sinirle bakıp "Git başımdan" diyorum. Sadık hafiçe kulağıma eğiliyor:
"Bak abi, bırak da bari bir cila atam. Yoksa bu arkamdakiler seni hiç rahat bırakmaz. Gelen sorar giden sorar. Cila at kurtul."
ÇOCUK ORDULARI İşte Diyarbakır... Çocuk ordularının kuşattığı kent. Sadık, günde 10 YTL kazandığını söylüyor. Ortalama 6 kardeş günde 60 YTL. Ayda bin 800 yaklaşık.
Bir de bu boyutu var... Kalkıp yürüyoruz, şehir yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Gece sokaklarda artık kimse olmuyor.
Gündem’in başyazısı ilginç. Son paragrafa doğru iki mesaj var. Birisi dağdakilere siyasi af. Diğeri "İranlı Kürtlerle işbirliği"... Bu iki mesajı unutmayın. Dizi boyunca şaşıracağınız izler bulacaksınız...
Zengini kaldırıp, fakire basınca Ankara, Ankara olmaz
Osman Baydemir’le Koşuyolu Parkı’nda kısa bir yürüyüşten sonra ayrılıyoruz. Park dolu. Çimlerde bir ihtiyar grup Kürtçe sohbet ediyor. En yaşlısı Abdurrahim dede. Kısa konuşuyor:
- Zengini kaldırıp fakire basınca Ankara Ankara olmaz...
Yani "Hükümet zengini kollayıp, fakiri yere batırırsa, öyle Ankara olmaz" diyor. Bu kadar... Akşam üzeri Başkan Baydemir’le yine buluşuyoruz. Yine yaşlı bir adam Başkan’ın yolunu kesiyor:
- Mardin’den üç oğlumla geldim. Birisine iş ver, her gün kapını süpüreyim. Bir yalvarma... Başkan "Telefonunu alın" diyor... Fakir ihtiyar elini beline atıp cep telefonunu çıkartıyor. Buralarda cep telefonu bir güç simgesi gibi. Kullanmasa da beline takıyor. Dikkat ediyorum. Herkes devletle ilgili. İsyan eden de devlete ediyor. İş isteyen de devletten istiyor.
Bireysel başarı arayışı, girişimcilik yok. Daha çok "Devlet iş vermeyince dağa çıkıyor" şantajı var... Bu durumdan rahatsız olan yok mu? Çok...
YARIN: DAĞDAN İNEN KIZ
Paylaş