GEÇEN cuma günü Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’le sohbet ettim.
Yazılmamak kaydıyla, sadece bilgilendirme amaçlı bir sohbetti.
Çok da yararlı oldu.
Tam kapıdan çıkarken İsrail’in Ankara Büyükelçisi’ne rastladım.
Gül’ün özel kaleminden çıkıp, asansöre yaklaştığım sırada ABD’nin Ankara Büyükelçisi’ni gördüm.
Tabii ABD ve İsrail gibi iki ülkenin büyükelçilerini arka arkaya aynı yerde görmek gazetecilik tecessüsümü uyandırdı.
* * *
Büroya gelince Dışişleri Bakanı Gül’ü aradım.
"İkisini birlikte mi kabul ettiniz" diye sordum.
Büyükelçiler Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu Dairesi’ne davet edilmiş.
O gün iki büyükelçinin aynı anda Bakanlığa davet edilmesi tuhafıma gitmişti.
Açıkça söyleyeyim, Türkiye’nin İsrail konusunda bu kadar dikkat çekici bir inisiyatif almasının doğru olup olmadığına karar verememiştim.
Ankara’dan aldığım bilgiler, bu girişimin ABD ve İsrail nezdinde pek hoş karşılanmadığı biçiminde.
"Onların yaptıkları da bizim hoşumuza gitmiyor" diyebilirsiniz.
Nitekim Başbakan Erdoğan da bunu açıkça söylüyor.
Bu da Türk kamuoyunun büyük bölümünün hoşuna gidiyor.
Ben biraz şeytanın avukatlığını yüklenip soracağım.
Ülkemizde bu kadar büyük bir terör sorunu varken, Ortadoğu’nun yarım asırdan beri süren bir olayı karşısında Türkiye’nin bu kadar bağlayıcı bir tavır alması yararımıza mıdır?
* * *
Fanatiklere söyleyecek sözüm yok.
Ne dersem diyeyim, kendi açılarından bakıp ağızlarına geleni söyleyecekler.
Ama önce Türkiye’yi düşünen vicdan sahibi insanlara seslenmek istiyorum.
Bu söylediklerimin İsrail’in yaptıklarını hoşgörmekle hiçbir alakası yok.
Tam aksine, İsrail’in yaptığının bağışlanacak, affedilecek bir yanı olmadığına samimiyetle inanıyorum.
Sadece şunu sormak istiyorum.
Bu konudaki tepkimizi gösterirken Suudi Arabistan veya Mısır’dan daha militanca davranmamızın, daha yüksek sesle konuşmamızın bir gereği var mı?
Asıl önemlisi, kendi başında bu kadar büyük bir terör belası varken ve bu terör belası sınırımızın ötesine konuşlanmışken başkalarına karşı daha temkinli konuşmak yararlı olmaz mıydı?
Öyle sanıyorum ki bugünün heyecanları ve öfkeleri içinde beni en iyi anlayabilecek insanlar Dışişleri mensuplarıdır.
* * *
Amerika Birleşik Devletleri ile sürtüşmeye gelince.
Büyükelçi’nin laflarını çok gayri diplomatik buldum.
Ama Başbakan’ın çıkıp bir büyükelçiyle polemiğe girmesini de o kadar apolitik buluyorum.
Türkiye ABD’ye şu soruyu sormakta haklı:
"İsrail’in sınır ötesi operasyonuna ses çıkarmıyorsunuz da benimkine niye mani oluyorsunuz."
Ama onu değil de şunu söylüyorsanız o zaman gücünüz azalır.
"İsrail’e mani ol, bize olma..."
Türkiye şu an işte bunu yapıyor.
* * *
Bugün Türkiye’nin Kuzey Irak ve Ortadoğu politikaları tamamen çökmüştür.
1 Mart Tezkeresi’nin reddinin doğal sonucu budur.
Türkiye o kararı ile bölgeden elini çekmiştir.
Artık kimsenin çıkıp "Ben bu bölgenin ağabeyiyim" deme hakkı yoktur.
Diyorsa da bilin ki, bunu sırf şov için, kendi tabanına mesaj için yapmaktadır.
Bütün bunlar beni şu noktaya getiriyor.
Son anketler, ülkemizde "Önce Müslümanım" diyen insanların oranının, "Önce Türküm" diyenlerin oranını geçtiğini gösteriyor.
Acaba bu zihniyet ülkenin dış politikasına da mı yansıtılmak isteniyor.
Ben tam aksini düşünüyorum.
Ülkemizin dış politikasının kesinlikle "Önce Türküm" zihniyetine dayanması gerekiyor.
En azından başımızdaki PKK belası, bunu gerektiriyor.
Arap ülkelerinin "Önce Arabız" zihniyetiyle davrandığı bir bölgede sizce bizim ne yapmamız gerekir?