MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan, borsanın iniş-çıkışlarından "çok para kazanmak isteyen yerli borsacıları" suçluyor.
Borsa yatırımcısı, tanımı gereği, para kazanmak için borsada hisse senedi alıp satar. Dolayısıyla Maliye Bakanı’nın suçlamasının nasıl bir tuhaflık olduğunu görmek çok zor değil.
Maliye Bakanı, borsacıları suçlarken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da hareketleri ve sözleriyle borsayı indirip, çıkartmaya devam ediyor.
Geçen hafta dünya borsalarındaki olumlu hava İstanbul’u da etkilemiş ve tam da Maliye Bakanı’nın istediği gibi borsa yeniden yükselişe geçmişken verdiği bir demeçle borsayı düşüren Erdoğan’a, Unakıtan, kim bilir ne kadar kızmıştır.
Erdoğan o gün durduk yerde, Avrupa’nın Kıbrıs sorunu ile ilgili tutumu değişmezse AB sürecimizi askıya almaktan söz etti. Ve borsa tekrar düşmeye başladı.
Ama bu demeçten sonra borsanın düşmesini de yadırgamamak mümkün değil: Borsada yatırım yapanlar, Türkiye’nin Kıbrıs politikasının ne olduğunu hayatlarında ilk kez mi duyuyorlardı ki hemen hisse senetlerini satmaya giriştiler? Bu bir sürpriz miydi?
Öte yandan Erdoğan, durduk yerde bunu bir daha söyleme ihtiyacını neden hissetti diye de sormak gerek.
Türkiye’nin, Kıbrıs’ta kesin bir çözüm olmadan Kıbrıs Rum Yönetimini tanımayacağını, Gümrük Birliği uygulamasını Kıbrıs’ı da içine alacak şekilde genişletmeyeceğini, limanlarını açmayacağını bilmeyen mi vardı?
Bana öyle geliyor ki herkesin bildiği bir gerçeği durduk yerde bir daha açıklamak, açıklamadaki üsluba da dikkat edilirse, "tribünlere oynamaktan başka bir şey değil".
Ve bu tutumu, "Erdoğan erken seçim ihtimalini de büsbütün aklından çıkarmış değil" diye yorumluyorum.
Etini yemek yasak filmini seyretmek değil
OYUN yazarı ve gazeteci A. A. Milne, 1921 yılında oğlu Robin’e birinci yaş günü hediyesi olarak içi pamukla doldurulmuş bir ayıcık aldığında hiç kuşkusuz günün birinde dünyanın her yerindeki çocukların zevkle izleyecekleri bir serüvene adım attığını da bilmiyordu.
Robin büyüdükçe oyuncaklarının arasına içi pamukla doldurulmuş bir eşek, iki kanguru, bir domuz ve bir kaplan katıldı.
Babası, 4 yaşına bastığı gün Robin’i Londra Hayvanat Bahçesi’ne götürdü. Orada kafesin içinde siyah bir Kanada ayısı gördüler. Winnipeg’den gelen bu ayı Milne’in 1925 yılı Noel’inde London Evening News gazetesinde yayınladığı ilk çocuk öyküsünün isim babası oldu.
Öykünün kahramanları Robin’in bez oyuncaklarıydı: Bir ayı (Winnie), bir domuz (Piglet), bir eşek (Eeyore), bir kaplan (Tigger) ve bir tavşan (Rabit).
Bu kahramanlar, ressam E. H. Shepard tarafından Robin’in oyuncakları model olarak kullanılarak canlandırılmıştı.
Winnie the Pooh’nun benim yaşamıma girişi ise Yasemin’in doğumundan sonraya rastlıyor.
Yasemin, bol şiddet içeren çizgi filmlerden hoşlanmayan bir çocuktu ve ben de onunla birlikte Winnie ve arkadaşlarının eğlenceli dünyalarını tekrar tekrar izledim, öykülerini okudum, üzerine resimleri basılmış kravatlardan, fincanlardan bile aldım.
Arkadaşlığı ön plana çıkaran, sevginin her şeyi çözebileceğini anlatan ve hiçbir şiddet görüntüsüne yer vermeyen Winnie The Pooh’nun tüm dünyada tanınması, Disney’in bu öyküyü keşfetmesiyle gerçekleşti.
Dizinin filmleri çok uzun süre özel Türk televizyonlarında da gösterildi.
TRT, geçenlerde Walt Disney ile milyarlarca dolar tutarında bir anlaşma yaptı. Disney’in çocuklar için ürettiği ürünlerin yayın haklarını satın aldı. Biri hariç: Winnie The Pooh!
Sonradan öğrendim ki Winnie’nin "liste dışı" kalmasına yol açan neden Piglet (domuzcuk) karakteriymiş. TRT, bundan böyle içinde domuz kahramanların bulunduğu hiçbir çizgi filmi yayımlamayacakmış.
Benim bildiğim İslam’da domuz eti yemek yasak, filmini seyretmek değil.
Ama demek ki Taliban zihniyeti, Türkiye’de artık görüntüsünü de yasaklıyor.
Askıya bir ekmek
GEÇEN gün Büyükdere’deki Yücem Fırını’na girerken vitrine yapıştırılmış bir yazı dikkatimi çekti: Askıda ekmek!
Dileyen müşteriler kendi ihtiyaçlarının dışında bir ya da daha fazla ekmeğin parasını ödeyerek bu ekmekleri "askıya" aldırıyorlar. Ekmek alma olanağı olmayan ya da kısıtlı olanaklara sahip vatandaşlar da askıdaki ekmekleri herhangi bir para ödemek zorunda olmadan alıp gidebiliyorlar.
Fırın sahibi, askıda ekmek olmadığı zamanlarda askıdan alınan ekmeklerin parasını kendi cebinden karşılıyor.
Başka yerlerdeki fırınlarda da böyle bir uygulama var mıdır, bilmiyorum.
Yoksa da yaygınlaştırılabilecek bir uygulama.
Bizim kültürümüzde ekmeğini paylaşmak fikri önemli bir şey.
Bir gün yolunuz Büyükdere’ye düşerse aklınızda olsun. Geleneksel odun fırınında pişmiş ve gerçek lezzetini birçok kişinin unuttuğu nefis pide, ekmek ve çöreklerden alabilir, hem de bu güzel duyguyu yaşayabilirsiniz.