Şu sıralar Hint polisinin eline düşerseniz eğer, önce yalan makinesine bağlanacağınızı, gerekirse damarınıza bir madde verildikten sonra sorgulanacağınızı, ayrıca beyninizin haritasının çıkartılacağını unutmayın.
Bütün bunlar, elbette mahkeme kararı ve uzman hekimlerin gözetiminde yapılıyor. 10 yıldan bu yana elde edilen sonuçlar ise küçümsenir gibi değil.
12 milyonluk Bombay’ın adı henüz Mumbai olmamıştı. Bombay-Hollywood alaşımından türetilen "Bollywood" sinema endüstrisinin kalbi kent, 12 Mart 1993 günü, saat 13.30’da, 28 katlı borsa binasının bodrumundan gelen sesle sarsıldı. Garajdaki otomobillerden birinin altına yerleştirilen bomba, 50 kişinin hayatına maloldu. Kentin farklı yerlerindeki patlamalar 15.30’a dek sürdü. 257 kişi öldü, binin üzerinde yaralanan oldu. Otomobil, motosiklet, bavul içerisine yerleştirilen, uzaktan kumandalı RDX tipi bombalarla gerçekleştirilen 40’a yakın saldırının hedefi, borsanın yanı sıra, çarşılar, Air-India Havayolları’nın kent içindeki pek çok ofisi, resmi binalar, Bombay Üniversitesi, 2 hastane ve 3 oteldi.
Polise göre, terör eylemlerinin nedeni, 6 Aralık 1992’de Hindistan’ın kuzeyinde 13 milyon Müslüman’ın yaşadığı Uttar Pradeş Eyaleti’ndeki 16. yüzyıldan kalan Babri Mescidi’nin, Hindu milliyetçilerce saldırıya uğramasının ardından çıkan ayaklanmalarda, çoğunluğu Müslüman 2 bin kadar kişinin ölümünün intikamını almaktı.
2 gün sonra, bir tren istasyonu yakınlarında, patlamamış iki bomba bulundu. Pakistan’dan getirildikleri ve Amerikan malı patlama düzenekleri içerdikleri belirlendi. Hindistan, Ceyşi Muhammed ve Leşkeri Tayyibe adlı iki İslami örgütü patlamalardan sorumlu tuttu.
Nisan ayı geldiğinde 88 kişi tutuklanmıştı. Haziran 1995’te yargılamalar başladı. Patlamalardan bu yana 13 yıl geçti. 635 tanıklı, çoğunluğu Müslüman yüzlerce kişinin hálá tutuklu olduğu, onbinlerce sayfalık ifade tutanaklarının, anti terör yasası çerçevesinde oluşturulan özel bir TADA Mahkemesi’ne kamyonlarla taşındığı duruşmalar sürüyor ve henüz kimse hüküm giymiş değil.
Abu Salem, suçlananlar arasında yer alıyor. Savcı Ujjwal Nikam, onu olayın planlayıcılarından ve El Kaide bağlantılı Davud İbrahim’in sağ kolu olmakla suçluyor. İddianamede yer alan delillerin en ilginci, Salem’in beyin haritasına ilişkin bilirkişi raporu.
MAFYADAN TERÖRİSTLİĞE
1968’te Hindistan’ın Uttar Pradeş Eyaleti’ndeki Sarai Mir Köyü’nde doğan Abu Salem, avukat babasını bir trafik kazasında kaybettikten sonra, eğitimini sürdüremedi. Açtığı tamirci dükkanı iş yapmayınca, önce Delhi’de, daha sonra Bombay’da taksi şoförü olarak çalışmaya başladı. İşte, Bollywood mafyası liderlerinden Davud İbrahim’i böylece tanıdı. Kısa zamanda örgüt içinde yükseldi ve Davud’un en yakınlarından biri oldu.
Bombay terör eylemlerine patlayıcı ve silah temin etmekten arandığı sırada, Dubai’ye kaçtı. 2001’de tutuklandı. Hindistan, o tarihte aleyhinde yeterli delil sunamayınca, kefaletle serbest bırakıldı. Plastik ameliyatla yüzünü değiştirdi. Sevgilisi, eski bir Bollywood artisti Monica Bedi ile birlikte önce Amerika Birleşik Devletleri’ne, daha sonra Portekiz’e kaçtı.
Eylül 2002’de Lizbon polisi, Abu Salem ve Monica’yı sahte pasaport taşımaktan tutukladı. Monica 2 yıl, Salem 4.5 yıl hapse mahkum edildi. Hindistan, sadece Bombay bombacısı olarak değil, aralarında iş adamı Pradeep Jain ve Bollywood müzik prodüktörü Gulshan Kumar’ın da bulunduğu 50 kadar kişiyi öldürmekten, ayrıca şantaj, gasp, prodüktör ve artist kaçırma ve alıkoyma suçlarından da aradığı ve hakkında kırmızı bülten çıkarttığı Salem’in iadesini istedi.
Hindistan Başbakanı Lal Krishna Advani’nin güvence vermesi üzerine, 2003 Eylül’ünde ölüm cezasına mahkum edilmemek kaydıyla iade edildi. Aralık 2005’te, Hindistan Merkezi İstihbarat Teşkilatı ve Mumbai Terörle Mücadele Şubesi’nin elemanlarınca sorguya alındı. Avukatı Ashok Sarogi, Lizbon Mahkemesi iade kararının sorgulanmak değil, yargılanmak kaydıyla alındığını ileri sürerek, sorguya itiraz ettiyse de, başarılı olamadı. Abu Salem, 2006 Mart’ında ilk kez hakim karşısına çıktı.
BANGALORE BİLİRKİŞİ RAPORU
Abu Salem, hakim P.V. Bavkar’ın kararı üzerine, 28 Aralık 2005 günü İçişleri Bakanlığı, Adli Bilim Genel Müdürlüğü, Bangalore Laboratuvarı’nda önce poligrafa yani yalan makinesine bağlandı. Adli psikolog Dr. S. Malini, sorduğu sorulara, Salem’in evet-hayır şeklinde verdiği yanıtlar sırasındaki kan basıncında artma, terleme ve kalp vurum sayısındaki artışta gözlediği değişiklikler üzerine, yalan söyleyip söylemediğinin anlaşılması için beyin haritasının çıkartılmasına ve damarından "gerçeklik serumu" verilerek sorgunun sürdürülmesi gerektiğine karar verdi. Ertesi gün beyin haritası elde edildi, 30 Aralık’ta da Curzon Devlet Hastanesi’ne götürüldü.
Psikolog Malini, Mumbai polisi, terörle mücadele uzmanları, savcı ve avukatın da yer aldığı heyetin görüp dinleyebileceği şekilde, camlı duvarla ayrılmış bir ameliyathanede, anesteziyoloji profesörü Srikanta Murthy’nin damar içine verdiği maddenin 4 saat etkisinde kalan Abu Salem, birçok cinayetle doğrudan bağlantılı olduğunu ve patlayıcı temin ettiğini ikrar etti. Elde edilen tüm verileri değerlendiren bilirkişi raporu, video bant kayıtları ile birlikte savcılığa gönderildi.
Avukat, madde etkisi altında alınan ikrarların hukuka aykırılığını, ayrıca beyin haritalarına güvenilemeyeceğini öne sürerek üst mahkemeye itiraz etti.
Bu sorgu teknikleri, Hindistan mahkemeleri tarafından kabul görüyor. Örneğin, son olarak 19 Mart 2006’da bir Mumbai mahkemesi, Abhishek Kasliwal adlı tecavüz sanığı ile ilgili olarak Bangalore Laboratuvarı’ndan verilen beyin haritası sonuçlarını delil olarak kabul etti. Bu nedenle, büyük bir olasılıkla avukatın itirazı kabul edilmeyecek.
ABU SALEM’İN HAYATI FİLM
Abu Salem, yapımcısı Mahesh Bhatt olan ve birkaç ay önce vizyona giren, onun hayatını konu eden "Gangster" adlı filmin, kendisini halk düşmanı bir terörist olarak göstermesinin başta kamuoyunu, ayrıca yargıçları etkileyeceğini ileri sürerek, yasaklanması için mahkemeye başvurdu. 18 Nisan 2006’da ilgili mahkeme, bu talebini reddetti. Bunun üzerine, gerçek yaşam öyküsünün film yapılması için, hem avukatı hem de bir film prodüktörü olan Ashok Saraog ile anlaştı. Gazeteler, kendisini ve birlikte olduğu kadınları oynayacak artistleri bile belirlediğini, 6 hafta içinde gerçek yaşam öyküsünün sinemalarda gösterilmeye başlayacağını yazdılar.
Beyin haritaları, poligrafi ve narko-analiz
Beyin haritaları, nörobilimin araştırma ve klinik uygulama alanlarından biridir. Beyne ait görüntülerin ve verilerin eldesinde, yapısal ve işlevsel manyetik rezonans görüntüleme (MRI), 128 elektrod bağlanarak çekilen EEG, pozitron emisyon tomografisi gibi, cerrahi nitelikte olmayan teknikler kullanılır. Böylelikle beynin anatomisi, fizyolojisi, kan dolaşımı ve işlevleri ile ilgili haritalar elde edilir. Bellek, öğrenme, yaşlanma, uyuşturucuların etkisi, şizofreni, otizm ve depresyon, beyin haritaları ile açıklanmaya çalışılıyor.
2000 yılında Pensilvanya Üniversitesi’nden psikiyatr Daniel Langleben, işlevsel MRI tekniğini kullanarak, yalan söylendiğinde beynin "anterior cingulate cortex" bölgesindeki oksijen tüketiminin arttığını gösterdi. Harvard’dan psikolog Stephen Kosslyn gibi araştırıcılar, beyin haritalarının terörle mücadelede kullanılmasının sakıncalarını sıralasalar da, beyin haritaları özellikle istihbarat teşkilatlarının umut bağladığı bir veri haline dönüştü.
Hindistan’ın Merkezi İstihbarat Teşkilatı ve ülkenin dört bir yanındaki polisler, gerekli gördüklerinde, mahkeme kararı alarak, Adli Bilim Genel Müdürlüğü’nün bir laboratuvarında, şüphelileri yalan makinesine bağlatıyor, beyin haritalarını çıkartıyor ve narko-analiz uygulatıyorlar. Nitekim Abu Salem’i yalan makinesine bağlayan ve beyin haritasını çıkartan Bangalore Laboratuvarı’nın poligraf konusundaki deneyimi 10 yıldan fazla, diğerlerini yaklaşık 7 yıldan bu yana uyguluyor.
Poligraf sonuçları, dünyanın pek çok ülkesinde mahkemece delil olarak kabul görmemekle birlikte, bir sorgu tekniği olarak yaygın biçimde kullanılıyor. Hindistan’da ise delil değeri var.
BAŞARI ORANI YÜZDE 98
Narko-analiz ise, belli bir kimyasal maddenin damar içi yolla verilmesi ile şüphelinin trans durumuna geçirilmesi ya da hipnoz oluşturulmasına dayanıyor. Bu duruma ulaşıldığında, şüpheliye işlediği iddia edilen suçla ilgili bilgiler soruluyor. Son 5 yılda, 150 kadar narko-analiz gerçekleştirdiğini bildiğimiz Bangalore Laboratuvarı’nın müdürü Dr. B.M. Mohan’a göre, narko-analizler ülke genelinde aynı standartlarda yapılıyor ve başarı oranı yaklaşık yüzde 98. Narko-analiz uygulaması öncesi, sadece lojistik destek sağladığını belirten pek çok teröristin, analiz sırasında, bu maddeleri hangi ülkelerden ne şekilde Hindistan’a soktuklarını dahi açıkladıklarını, böylelikle gerçek planlayıcılar olduğunu anladıklarını, ifade ediyor.
Ülke genelindeki tüm adli bilim laboratuvarlarının bağlı olduğu Genel Müdür Dr. M.S. Rao, ayın 24’üne kadar Delhi dışında olduğundan, yardımcısı Dr. S.L. Vaya ile telefonda görüştüm. Şu sıralar Gandhinagar Laboratuvarı’nda beyin haritalama tekniğini yerleştirmekte olduklarını belirtti. Hatta bu konuda bilimsel araştırma yapmak isteyen psikolog ve fizyologlar aradıklarını, başvuruların 1 Mayıs’ta sonlanacağını, 1.5 yıl boyunca gerçekleştirilecek tüm sorgulara katılacak bu kişilere, ayda 20 bin Rupi (590 YTL) maaş ödeyeceklerini ekledi.
Polis-akademisyen işbirliği ve şeffaflığın boyutu konusunda, ders alınması gerekir diye düşünüyorum. Yeri gelmişken, 2004 yılında psikolog Malini ile Vaya’nın, narko-analiz ve beyin haritacılığına katkıları nedeniyle, başbakan tarafından ödüllendirildiklerini kaydetmekte yarar var. Bu da, devletin adli bilim laboratuvarı çalışanlarına verdiği desteğe bir örnek.
20 yıldır şu mesleğin içindeyim, ülkemiz hükümetlerinin bir tek kriminal laboratuvar çalışanına, bir tek ödül verdiğini hatırlamıyorum.
ÖNLEYİCİ ADLİ BİLİMLER
Önümüzdeki yıllar, adli bilimlerin geleneksel rolünden sıyrılıp, suçun aydınlatılmasında ve suçlunun kim olduğunun bulunmasından ziyade, suçun önlenmesinde kullanılacağı yıllar olacak. Dünyanın neredeyse her ülkesinde artan şiddet ve terörün geride bıraktığı sayısız ölü ve yaralı, suçun daha işlenmeden engellenebilmesini hepimizin tek hedefi haline getirdi.
Canlı bombaların önceden farkedilebilmesi ve hedefine ulaşmadan durdurulabilmesi konusunda araştırma yapan ya da en azından fikir üretenlerin sayısı henüz pek fazla olmamakla birlikte, Hindistan hükümeti, terörle mücadelede, öldürücü olmayan mikrodalga ve elektromanyetik silahlarla ilgileniyor. Önceki kuşak bilim adamlarının direnci ile karşılaşsalar bile, beyin haritacılığı deneyimlerine dayanarak, uzaktan kumandalı, düşük frekanslı, taşınabilir elektromanyetik radyasyon gereçleri ile, bir intihar bombacısının kontrol edilebileceğini ve hedefine ulaşmadan beyninde hasarların oluşturulabileceğini, böylelikle eylemden caydırılabileceğini ileri sürüyorlar. Yeter ki, bombacının üzerinde taşıdığı malzeme, hedefe yeterli bir uzaklıkta saptanabilsin.
Başta Bangalore Laboratuvarı’nda, uygulanan narko-analiz ve beyin haritalama tekniği ile ulaşılan sonuçlar öylesine çarpıcı ki, sorguda poligrafı, yani yalan makinesini zaten kullanmakta olan ülkelerin, (mahkemelere delil olarak sunmasalar bile) yakın bir gelecekte, bu tekniklerden de yararlanacağı (büyük bir olasılıkla zaten gizlice yararlanıyorlardır) açık.
Ancak, Hintli yetkililer, gerek narko-analizin, gerekse beyin haritacılığının, önleyici bir yöntem olarak da değerlendirilebileceği ve bu yolla, terör suçlusu olma potansiyeli görülen kişilerden, daha ortada hiç suç yokken, ileriye yönelik bir eylem planı hakkında bilgi edinilebileceğinde ısrarcılar. En işlevsel önleyici yöntemlerin başında gelen DNA bankalarını insan haklarına aykırı bulanlar ya da caydırıcılığı tartışılmaz kapalı devre televizyon kameralarını özel hayata müdahale kabul edenlerin ilgi alanı, her nedense Türkiye’nin doğu sınırında bitiyor ve örneğin Hindistan’da gündelik uygulamalar arasına giren insan bilincini denetlemeye yönelik bu uygulamalarla hiç ilgilenmiyorlar.