DÜN yazdım. 2006 ilkbaharında Türkiye hem kendi içinde, hem de yakın çevresinde çok ama çok sıcak bir yaza girerken; maalesef ülkenin ana kurumları arasında büyük oranda güven eksikliği var. Üstelik, güven erozyonu her geçen gün büyüyerek etkisini artırıyor.
Neredeyse güçlü bir paranoya ülkeye hákim!
Herkes birbirinden şüphe ediyor!
AKP her an parlamento dışı güçlerin onu al aşağı etmesinden korkuyor, AKP karşıtları da iktidarın rejim değişikliğine hazırlandığını düşünüyor.
Açık yazalım; hükümet TSK’nın belirli kesimlerine, TSK’nın belirli kesimleri hükümete; hükümet YÖK’e, YÖK hükümete; Cumhurbaşkanı hükümete, hükümet de Cumhurbaşkanı’na güvenmiyor!
Resmi ağızlar bu durumu inkár etseler de, özel görüşmelerde birbirlerine karşı duydukları güvensizlik duygusunu açıkça beyan ediyorlar.
Anamuhalefet ile iktidar arasındaki rekabet de mahallenin namusunu kurtarma güdüsüne endekslenmiş vaziyette.
* * *
Ancak, "mesele" içerideki sorunlarla da kısıtlı değil.
Hükümet ile ABD, hükümet ile AB arasında da güven bunalımı var.
ABD ile aramızda 1 Mart Tezkeresi’nden sonra hep iniş çıkışlar yaşanıyor.
AB ile yaşanan balayı da hızla erozyona uğruyor.
Hem ABD, hem AB, hükümetle ilgili olarak temel bir duyguya sahip.
Hükümetin ne zaman hangi tavrı alacağını tahmin edemediklerini söylüyorlar.
Hükümet, uluslararası arenada her hükümetten beklenen "tahmin edilebilirlik" vasfından yoksun.
Üstelik, dış politikada Başbakanlık Ofisi ile Dışişleri’nin zaman zaman birbirinden kopuk ve birbiriyle çelişen tavırlar sergilediğini herkes görüyor.
* * *
Dış politikada tam "Irak meselesi" Türkiye açısından bir çekidüzen alırken birden bakıyorsunuz, ortaya "HAMAS meselesi" çıkıyor.
Türkiye, terör örgütü HAMAS’ı seçilmiş siyasi güç sıfatıyla Ankara’ya davet ederken, seçilmiş belediye başkanının (Diyarbakır), terör örgütüyle ilgisi var iddiasıyla ABD’de kabul görmesine büyük tepki veriyor.
Elálem de "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" diyerek şaşırıp kalıyor.
Hükümetin "İran meselesi"nde, dolayısıyla "HAMAS konusu"nda ABD ile AB’nin paralel politikalar yürüttüğünün farkında olmadığı düşünülüyor.
Dışarıdan bakıldığında da AKP hükümetinin Batı’ya mı, yoksa Müslüman dünyaya mı daha yakın durduğu konusunda kafalar karışık.
* * *
"Şemdinli iddianamesi" ile ilgili olarak hükümetin takındığı tavrı ise ben katiyen anlamadım.
"Şemdinli meselesi nereye giderse gitsin, oraya kadar gideceğiz!" diyen Başbakan değil miydi? Konuyu araştıran yetkililere böyle söylemedi mi? Aynı Başbakan, Mustafa Koç’u dahi "yargıya karışmakla" suçlamamış mıydı? Şimdi hükümet ne yapıyor? "Şemdinli iddianamesi"ni hazırlayan savcıyla ilgili olarak inceleme yaptırıyor. Bu tavır yargıya karışmak değil mi? Bundan böyle hangi savcı, TSK ile ilgili iddianame hazırlamaya cesaret edebilir?
* * *
Kimse inkár edemez, Türkiye’de bir güven bunalımı var ve kim "yokmuş" gibi davranırsa, bilsin ki inandırıcı olamıyor.