ARTIK Flemming Rose adını bilmeyen yok gibi. Aldığı bir kararla 150 bin tirajlı gazetesinin adını milyonlara ulaştırmış bir editör.
Reklamın iyisi kötüsü olmaz zihniyetini, "konuştursun" da nasıl olursa olsun yaklaşımını savunanların yapmaya çalıştıklarının en iyisini yapan adam.
Dünyayı ayağa kaldırdı. Bu anlayış da tartışılacak ama bugün benim üzerinde durmak istediğim konu başka.
Flemming Rose, BBC ve Newsweek dahil çeşitli yayın organlarına verdiği demeçlerde Hazreti Muhammed karikatürlerini neden bastığını anlatırken bir şeyi ölçmek istediğini söylüyor. Onu da şu sözlerle dile getiriyor. "Bu kültürler çatışmasıdır" diyor ve ekliyor: "Bunun özünde ev sahibi toplumların yabancıları entegre ederken kendi standartlarından ne kadar taviz vermeye istekli olduğu tartışması var. Diğer taraftan göçmen de geldiği topluma entegre olmak için (kendisine ait olandan f.t.) ne kadar vazgeçebilecek?"
İşte Avrupa’da entegrasyondan anlaşılan en kaba tarifiyle bu. Birbirine katlanmak.
Entegrasyonu, tahammül etmek diye açıklarsanız hiç bir zaman ulaşılamayacak bir hedef koymuş olursunuz.
Tahammül etmek, karşılıklı fedakarlıkla olur.
Vazgeçmeyi öne çıkartan bu yaklaşım, azınlığın çoğunluğa uymasını dayatmaktan başka bir şey değildir. Buna karşılık azınlık da kendi dayatmacılığını haklı görüp gösterecek her türlü gerekçeyi bulur.
Geçen yüzyılda Avrupa’ya iş gücü olarak gelen ve bugün nüfusları 20 milyona ulaştığı söylenen Müslümanlar böyle bir entegrasyon anlayışıyla karşılaştıkları için yaşadıkları hatta vatandaşı oldukları toplumların merkezine doğru bir türlü ilerleyemediler.
Avrupa’da yaşayan Türkler arasında çokça duyduğum bir şey bu. "Uyum dedikleri zaman onlar hep bizim kendilerine uymamızı istiyorlar."
* * *
MEDENİYETLER çatışması riskine karşı yapılması gereken şey, entegrasyon kavramının yeniden gözden geçirilmesi olmalı. Entegrasyon, birbirine tahammül etmek değil kaynaşma, yeni bir oluşuma yol açan köklü bir değişim olarak algılanmadıkça bugün tartışılan bütün sorunlar daha da derinleşerek devam eder.
Hollanda, Almanya örneklerine bakınca da gördüğümüz, sonunda birbirinden habersiz paralel toplumlara yol açan bu entegrasyon anlayışı değil mi?
Sen biraz fedakarlık et, ben de bir şeylerden vazgeçeyim, birbirimize dokunmadan yaşayıp gidelim.
Olmuyor. Bu anlayış sonunda Almanya’da bugün gördüğümüz gibi, insanların doğdukları yerlerde ana dillerini konuşmalarına yasak getirmeye kadar gidiyor.
Tepkiler, bütün gerici hareketlerin, ırkçı, aşırı milliyetçi ve irtica odaklarının malzemesi oluyor.
Bakın, İngiltere’de Sunday Times Gazetesi’nin yaptığı bir kamuoyu yoklamasına yanıt verenlerin yüzde 67’si "önümüzdeki dönemde toplumda Müslümanlarla gerilim yaşanacağı beklentisinde olduğunu" söylüyor. Yoklamaya katılanların sadece 17’si Müslümanlarla barışçı bir gelecek bekliyorlar.
9-10 Şubat tarihlerinde 1,617 yetişkinin internet üzerinden yanıtladığı yoklamaya katılanların yüzde 81’i ise "dinci ve ırkçı nefreti tahrik eden yabancıların, sonuçları ne olursa olsun ülkelerine geri gönderilmelerini" istiyor.
Yabancıları geri göndermenin, sorunlara bir çözüm olabileceği düşüncesi bir süre sonra aşırı milliyetçi ve ayrımcı hareketlerin daha fazla sayıda insana ulaşabileceğini gösteren tehlikeli bir gidişatın işareti değil mi?
Entegrasyon, farklı kökenden insanların birbirlerine tahammülleri değil, yeni bir ortak çıkar ve vizyon etrafında kaynaşmaları demektir. Bunu toplumsal yeniden inşa, dönüşüm projesi olarak algılamayı yaygınlaştırmak temennilerle olacak iş değil.