EKONOMİNİN tanrıçası, verimliliktir. Belki de bu yüzden, "ekonomik" kelimesi, "verimli" ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır.
Verim, matematik olarak "çıktının, girdiye oranıdır". Diğer bir değişle, aynı kaynakla daha fazla fayda yaratmaktır. Bu kaynak, zaman, emek, kullanılan makine veya arazi ile sermaye olabilir. Bir iş, ne kadar kısa zamanda, ne kadar az emekle, ne kadar az makine, arazi ve sermaye kullanarak yapılırsa, verim o kadar yüksek olur.
İyi yönetimin ölçüsü budur. Yönetsel karar alan her kişi, verimi nasıl artıracağım diye düşünür. Bunun için hareket serbestliği talep eder. Elimi kolumu bağlamayın, hızımı kesmeyin, tutmayın beni der. Diğer yandan kanunlar, yani yasalar ve uyulması zorunlu her tür mevzuat, iktisadi karar alan kişinin hareket alanını daraltır. Şimdi can alıcı soruyu soralım. Yoksa hukuk, ekonominin önünde bir engel midir?
* * *
Şüphe yok ki; hukukun böyle bir amacı yoktur. Hatta tam aksidir. Ama amacın bu olmaması, hukukun bazen iktisadi gelişmeyi engellediği gerçeğini değiştirmez. Söze önce, hukuktan her şikáyet edenin haklı olmadığını ifade ederek başlayayım. Hatta şikáyet edenlerin çoğunluğunun haksız olduğunu söyleyebilirim. Netice itibarıyla kişiler, kendi menfaatini kollar. Birey, çıkarını maksimize etmeye çalışırken, başkalarının ve bilhassa kamunun çıkarlarına zarar verebilir.
Hukuk bu noktada devreye girer. Bir kişinin, diğer kişinin hakkını yemesine izin vermez. Bunu anlamak kolaydır. Zaten aksini söyleyen de yoktur. Ancak hukuk, sadece kişiler arasındaki çıkar çekişmesinde racon kesmez. Bundan çok daha önemli olarak, hukuk, bireyin kamu çıkarlarını haleldar etmesine izin vermez. Bunu da anlamak kolaydır. Ancak bugün benim üzerinde duracağım husus bunun tam tersidir. Hukuk, bireyin haklarını koruma uğruna toplumun çıkarlarının çiğnenmesine yol açmaktadır. Bu yönde kural tesis eden hukuk, toplumun refahının artmasını engellemektedir.
* * *
Milli gelirin yüzde 60’ı hizmetler sektöründe yaratılmaktadır. İşsizlik sorununun çözümü de hizmetler sektörünün gelişmesine bağlıdır. Hizmet, büyük çapta şehirlerde üretilir. Şehirler, bir bakıma milli gelirin üretildiği dev fabrikalardır. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimiz inanılmaz derecede düzensiz, dolayısıyla verimsizdir. Bu verimsizlik gün geçtikçe artmaktadır.
Bunun sebebi, yapı izinlerinin parsel mülkiyetine göre verilmesidir. Hukuk, parsel mülkiyetini savunarak gayri iktisadi yapılaşmayı teşvik etmektedir. Tarım ekonomisinden, hizmet ekonomisine doğru büyük bir dönüşüm geçiren ekonomimizin gelişmesindeki en büyük darboğaz, kentsel alanlardaki toprak mülkiyeti yapısıdır. Kırsalda "toprak reformu" artık gerilerde kaldı. Hizmet sektöründe verimi artıracak "kentsel toprak reformu" ise gündemde. Bu reform, ekonomi yani halkın refahı için çok daha yaşamsaldır. (Devamı var.)
Son Söz: Bireysel mülkiyet, toplumu istismar vasıtası olamaz.