Zeytinyağı olmadı, boğa güreşi verelim

‘Marka olmak da yassah kardeşim’ başlıklı yazımda Dış Ticaret Müsteşarlığının Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçı Birliği’nin dokuz üyesinin aynı anda İspanya’ya giderek incelemelerde bulunmasını engellediğini yazmıştım.

Dış Ticaret Müşteşarı Tuncer Kayalar’dan geçen hafta yanıt geldi. Kayalar, önce Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın zeytinyağı ihracatı yapan firmaları markalaştırmak için neler yaptığını bir bir yazmış.

Tüm yazılanları buraya taşırsam bu pazar köşemiz Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndan geçilmez. Bu nedenle yapılanları kısaca özetleyeyim.

1 Mart 2005 tarihli kararla 1 kg’ye kadar olan zeytinyağı ambalajlarında ‘Made in Turkey’ ibaresi ve ‘Tescilli Türk markası’ ile ihracatı gerçekleştirilen ürünlere ton başına 300 dolar ihracat iadesi ödeniyormuş.

Birliklerin ilgi alanına giren ürünlerinin yurt dışı pazarlarda markalaşması amacıyla yapacakları tanıtım, reklam ve pazarlamaya ilişkin harcamalarının yüzde 80’i (yıllık en fazla 350 bin dolar) destek olarak sağlanıyormuş.

Kayalar, iki sayfanın sonunda ‘Zeytinyağı sektöründe uluslararası pazarlarda yaşanan gelişmeler ciddiyetle takip edilmektedir’ demiş ve ana konuya girmiş.

4509 sayılı Hazine Müsteşarlığı ile Dış Ticaret Müsteşarlığı Teşkilat ve Görevleri hakkında Kanun’un 6’ncı maddesinin (c) bendi uyarınca İhracatçı Birlikleri yönetim kurulu üyeleri yönetim kurulu toplantısı için yeterli çoğunluğun merkezde bulunması koşuluyla yurt dışına çıkabiliyorlarmış.

Bu nedenle de Ege İhracatçı Birliği yönetim kurulundan dört üyeye dört gün süreyle izin verilmiş, beş üye ise ihracatı aksatmamak, ihracatçıyı mağdur etmemek için merkezde kalmış. Proje de ertelenmemiş, seyahate yönetim kurulu üyeleri kasım ayı içinde gidecekmiş.

Gördüğünüz gibi yazdıklarımın hepsi doğru. Ege İhracatçı Birliği yönetim kurulu üyelerinin birlikte İspanya’ya gidip sezonda incelemelerde bulunmalarını engelleyen bir kanun maddesi var. Üstelik gerekçesi de çok komik.

Sorarım size dokuz yönetim kurulu üyesinin dört gün süreyle İspanya’ya gitmesi Türkiye’den yapılan zeytinyağı ihracatına ne kadar engelleyebilir? İletişim çağında yönetim kurullarının karar alıp, uygulamaya koyması için mutlaka Türkiye’de mi olması gerekir?

‘Sen de küçücük olayı büyüttün’ dediğiniz duyar gibi oluyorum. Olayın ‘küçük’ olduğunu düşünmüyorum. Varolan yasalarımızda böyle çağdışı, düşünmeden uygulanan binlerce madde var.

Bürokratlarımızın çağdışı, işlemeyen bu maddelere direnmelerini, bu yasaları bir an önce değiştirecek süreçleri geliştirmelerini istiyorum. Hepsinin iyi niyetli olduğunu biliyorum. Ama her gün her şeyin büyük bir hızla değiştiği bu çağda iyi niyet çağdışı yasa maddelerinin kaybettirdiği zamanı, parayı ve insanı geri getirmiyor. Rekabet edemez hale geliyoruz.

Diyelim ki yönetim kurulu üyelerinden izin verilenler bir ay sonra İspanya’ya gideceklerÖ Onların istediği en hareketli dönem. geçtiğine göre amaç ne? Boğa güreşi izlemek mi?

Koyun güdenler rahatsız

GEÇENLERDE yeni bir fabrika açacak bir işadamı dostumla konuşuyoruz. ‘Açılışa Başbakan’ı niye çağırmıyorsun?’ dedim. ‘Güvenemiyorum’ dedi ve ekledi: ‘Güvenemiyorum. Ne zaman ne yapacağı, ne söyleyeceği, nasıl argo kullanacağı belli olmuyor. Hacı Bayram Camii imamını bile açılışa çağırırım ama sayın Başbakan’ı çağırmam mümkün değil. Markamı riske atamam.

Biraz düşündüm. Arkadaşıma hak verdim. Başbakan günlük dilde, basit, halkın anlayacağı şekilde konuşabilir ama bu kadar argo fazla... İki koyunu bile gütmeyenler alınmıyor ama bir sürüyü idare edenler alınıyor.

Müslüman Standartları Enstitüsü

AİHM’in türban konusundaki kararının gerekçesini bir kez daha anımsayalım: ‘Başörtüsü, kippa ya da haç dini simgedir. Bu simgeleri okullarda kullanmak aynı inancı paylaşmayanlar üzerinde baskı yaratabilir.

Bu gerekçede şaşıracak ne var? ‘Türban’ zaten kamusal alanda ‘baskı’ aracı olsun diye yaratılıp ve pompalanmadı mı? Bu gerçeği bilip de niye AİHM’in kararına şaşıyoruz anlamak mümkün değil.

Şaşacaksak Tayip Erdoğan’ın ‘ulema’ sözüne şaşıralım. Başbakan Erdoğan’ın eline, tabanına ‘Avrupa Birliği’nde türbana okullarda geçit yok, yapacak bir şey de yok’ mesajı verme, toplumsal gerilimi azaltma fırsatı geçti.

Erdoğan bu tarihi şansı tepti. Aksine türban yandaşlarını siz hukuka değil, ‘ulemaya’ bakın diyerek imam hatip mezunu bir Başbakan’ın ne kadar laik olabileceğinin en güzel örneğini verdi.

Türban baskısının tabandan gelmediği tavandan beslendiği, bu hükümetle çözülmesinin mümkün olmadığı gün gibi açığa çıktı.

Aynı içki yasaklarının kalkmasının mümkün olmadığı gibi. Aynı çaktırmadan ‘islami baskıyı’ yaygınlaştırmayı amaçlayan diğer uygulamalarda olduğu gibi.

Son örnek TSE’nin helal et standardı. Her fırsatta, Türkiye’yi İslam ülkesi uygulamalarına ikna için söylendiği üzere yüzde 99’u müslüman bir ülkede (!) gıda markalarını, lokantaları, kasapları, kesimhaneleri, hatta otelleri ‘helal gıda’ diye damgalayıp, ayırmak aynı ‘dini pratik’ seviyesini paylaşmayanlar için baskı unsuru olmaz mı?

Örnek alınan Malezya’da nüfusun yüzde 50’si Müslüman, geri kalanı Hindu, Hristiyan ve Budist. Dolayısıyla gıda markalarının ‘helal et’ diye tanımlamanın bir tabanı var. Türkiye’nin yüzde 99’u Müslüman olduğuna göre çözüm ‘helal olmayan gıda’ standart belirlemek olmaz mı?..

Olur da sorunları çözmek isteyen kim? Hedef sorun çıkarmak. Ta ki Türk Standartları Enstitüsü’nün adını Müslüman Standartları Enstitüsü haline getirip standart işini tek standarda bağlayana kadar... Ne mi bu tek standart? Anlamadınız mı? Tek standart işte... ‘Yeşil sermaye’ standardı...

Orkid’e dikkat

OKURUM Uygur Arıkan soruyor:

‘TRT1’de yayınlanan futbol vizyon programında 2.Lig maçlarından özetler veriliyor. Yayın saati gece yarısından sonra 01.00. Anlayacağınız izleyenlerin hepsi erkek. Gelin bu program arasındaki yayınlanan reklamlara bakalım: Orkid, Dove sabun, İstikbal yaylı yatakları, kepek önleyici şampuan, Prima, Elidor saç bakım kremi, Elidor... Bunda bir yanlışlık yok mu hocam?

Yanıt: Var Uygurcum. TV medya planlamalar, medya planlama şirketleri tarafından AGB verilerine dayanılarak oldukça karmaşık sayılacak yazılımlar kullanılarak yapılıyor. Ama planlama şirketleri günlük ‘harala gürele arasında’ verileri yorumlamayı unutuyorlar. Çoğu zaman ellerindeki yazılımların mekaniğine, televizyon kanallarının ve programlarının birbirine benzemesine güvenip ‘Ya bu programı kim izler ki?’ sorusunu sormuyorlar. Böyle olunca da senin sözünü ettiğin ‘meraklısına’ programlarda genç bir erkek Orkid reklamına maruz kalabiliyor. Yani? Orkid sana göre bir ürün değil sakın alayım deme!

Aynı etki oluşmadı

COCA-Cola son iki milli maç arasında Dünya Kupası’nda gözlerimizi yaşartan ‘kırmızı-beyaz’ filmini yayınladı ama reklam eski etkisi yaratmadı. Gözümüz yaşarmadı, hatta kılımız bile kıpırdamadı. Neden? Çünkü Coca-Cola reklamı duygusal olarak aşınmıştı, yeniden görünce beynimiz ilk izlediğimizde verdiğimiz tepkileri vermedi. Ucuzuna kaçmak beynimize pardon, Coca-Cola’ya fayda sağlamadı.

Beyinlere bir mesaj gönderirken, daha önce gönderilen mesajların etkilerini unutmamak lazım. Türkiye-İsviçre maçları ‘Türkiye’yle bağlantıyı güçlendimek’ için çok önemli maçlardı. Türkiye elense bir yeni bir filmin maliyetine katlanmaya değerdi..

Çekirgelik

Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müridler, meczuplar memleketi olamaz.

(M.K. Atatürk)
Yazarın Tüm Yazıları